Panait Istrati - Mihail - Kitap Yorumu
Yazar: Panait Istrati
Ülke: Romanya
Yıl: 1927
Sayfa: 174
Roman, 1904-5'in (Japon-Rus Savaşı dediği için) Romanya'sında bir Tuna kıyısı kenti İbrail'de geçiyor. Kitabın başrolü Adrien, başka kitaplarında da görülen bir karakter, ve yerde bulduğu bir ve sonra bir çeyreklik daha arkadaşlığı anlatıyor.
Altını çizecek çokça satırı bulunuyor, dili de hoş. Balkonlar'da geçtiği için bizden yanları da bulunuyor. Kitaba adını veren Mihail gizemli bırakılmış, hayat hikayesini tamamen öğrenemiyoruz. Rumen isimleri karmaşık gelebiliyor, misal yazarın kendi adını hala daha söyleyemiyorum :) Ama adam Balkanların Gorkisi diye geçiyormuş, evet aynı konuların Rusya'da değil, Balkanlarda geçmiş halini anlatıyor. Eserlerinde arkadaşlık teması ön plana çıkıyormuş, aşkların kendisine feda edildiği bir yüce arkadaşlık tipi.
Ve ben bu kitabı okurken bizdeki Mevlana ve Şems'in arkadaşlığının Hristiyancasını görmüş gibi hissettim çoğu sahnede. Mihail zaten Şems gibi pejmürde bir bedevi. Adrien onun arkadaşlığı için her şeyini feda edebilen aşkta yanan, kendini kaybeden biri. Rumen mahalleli o zamanların Gonya halkından geri kalmıyor. Tasavvuf yerine okumanın sanatın zevki, mutluluğu. Evet evet, yazar zaten Lübnan'a kadar gezmiş, Osmanlı tabii dahil. Okumuştur sanıyorum Şems'i ve Mevlana'yı da.
Alıntıları 1000kitap'ta paylaştıklarımdan kopyaladım. Milletten çalmadım yani aman aman :D
Ah, ah!.. Kim söyleyecek bize, insan yüreğinde sevgiyle nefretin neden yan yana bulunduğunu?
Adrien'in bir şey gevelediği, yiğitlik tasladığı falan yoktu, ama kenar mahalle halkı için sürüden ayrılmak, yiğitlik taslamak demektir, buysa işlenecek suçların en ağırıdır.
Bu insancıklar iki şeyden birini istemekteydiler: Ya gar şefinin oğlu gibi "davavekili olmak üzere" okumalı ya da sürü içinde kalmalı, çalışıp didinmeli, evlenmeli, çoluk çocuk sahibi olmalı ve ölmeliydi.
Kim bilir kaç yiğit insan, bugün elini kolunu sallayarak dolaşırken, bir parça çörek aşırdı diye üç ay hapis cezasına çarptırılsa, bir daha hapisten çıkmayan azılı bir suçlu haline gelirdi. Acımasız adaletin damgasını yedi mi, en iyi adam bile dürüstlük duygusunu yitirir.
Bütün gerçek yengiler acı çekerek, ter dökerek elde edilir.
Çalışma denen şey hiç de iç açıcı olmadığı halde, zenginler, can sıkıntısından gebermeyelim diye biz çulsuzlara bırakmışlar onu.
...çünkü beyin, tek başına, aslında yüce Tanrı'nın bizi şerrinden koruması gereken, acımasız bir araçtır.
Bir insanın elindekini zorla alabilirsin, ama ona zorla bir şey veremezsin.
O gururlu gençlik yıllarımda, 'orta zekalı insanlar'ın (merhabalarına karşılık vermeyi bile gerekli görmediğim sıradan insanların), yeryüzündeki hazinelerin en güzeline sahip olduklarını bir an için aklıma getirmemiştim: Yenik düşen insan karşısında kendi derdini unutabilme, kendinden daha zayıf olan karşısında güçlenip onun doğrulmasına yardım edebilme yetisiydi bu. İnsanoğlunun hayvana üstünlüğü de buradadır zaten. Gerisi boş bir kendini beğenmişliktir.
Sıcağı sıcağına hemen yorum yapayım :)
YanıtlaSilBu kitabı bende okumuştum çok güzel yorumlamışsın :)
aman ha aman :)))
Ay ben daha düzenliyordum, alıntıları ekleyip falan. Çok hızlısın maşallah 😮🤗
SilÇok teşekkür ederim. Okumuş olmanıza sevindim. Çünkü bir yorum yazısını en iyi anlayacak olan kitabı okuyandır. 🎀
Sonra geri gelirim komple düzenlenmiş hali bitince bakarım :D
SilDolanıyorum blogları çay ısmarlayan olacak mı diye :D
Şu an son halinde. Haha, eyvallah. Çok sevimli dönen kaşıklı çay emojisi. İnşallah birkaç çay içersin o halde. Rast gele ☕
Sil