TÜRKİYE’DE KÜRT MESELESİ
TÜRKİYE’DE
KÜRT MESELESİ
Sevda
Özbay[1]
Öz
Türkiye’de Kürt meselesi,
Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinden itibaren şekillenmeye başlamış
karmaşık bir toplumsal ve siyasi sorundur. 1920’lerden sonra yeni kurulan
Türkiye Cumhuriyeti, ulus-devlet modelini benimseyerek etnik ve kültürel
farklılıkları asimilasyon politikalarıyla yok etmeye çalıştı. Bu süreçte Kürt
kimliği ve dili kamusal alanda yasaklandı, birçok Kürt isyanı (Şeyh Said
İsyanı, Dersim Ayaklanması gibi) sert bir şekilde bastırıldı. 1950’lerden
itibaren Kürtlerin sosyal, ekonomik ve kültürel hak talepleri artmaya başladı.
1980’ler ve sonrasında özellikle PKK (Kürdistan İşçi Partisi) adlı örgütün
silahlı mücadelesi, meselenin Türkiye’nin iç güvenlik ve siyasi gündeminde
önemli bir yer tutmasına yol açtı. Bu dönemde çatışmalar binlerce can kaybına
neden oldu. 2000’li yıllarda hükümetler Kürt sorununun çözümü için çeşitli
reform girişimleri başlattı; kültürel hakların genişletilmesi ve siyasi diyalog
denemeleri gündeme geldi. Ancak sorun tam anlamıyla çözülememiş, zaman zaman
çatışmalar ve siyasi gerginlikler devam etmiştir. Çok yakın zamanda PKK’nın da
dağılma kararı ile günümüzde Kürt meselesi, Türkiye’nin demokratikleşme süreci,
insan hakları, bölgesel politika ve etnik kimliklerin tanınması bağlamında
halen önemli bir konudur. Hem devlet hem de Kürt toplumu içinde farklı görüşler
ve çözüm önerileri bulunmakta; barışçıl ve kalıcı bir çözüm arayışları
sürmektedir.
Bu makale Türkiye’deki Kürt Meselesinin bugüne
kadarki tarihini doğuşunu ve gelişmesindeki temel dinamikleri genel hatlarıyla
ortaya koymaktadır.
Anahtar
Kelimeler: Kürt Meselesi, Türk Milliyetçiliği, Kürt Milliyetçiliği, Etnik Kimlik,
PKK
1.
Vatandaşlık
Temelinde Kürt Sorununun Türkiye’ye Özgü Dinamikleri
Türkiye’deki Kürt sorunu,
diğer Orta Doğu ülkeleriyle kıyaslandığında öncelikle bir kimlik ve tanınma
meselesi olarak öne çıkmaktadır. Irak ve Suriye gibi ülkelerde Kürtler çeşitli
dönemlerde siyasal olarak tanınmış ve bu tanınma kimi zaman özerklik düzeyinde
gerçekleşmiştir. Merkezi hükümetle yaşanan silahlı çatışmaların en yoğun olduğu
dönemlerde dahi Kürtlerin kolektif kimlikleri tanınmış, çeşitli düzeylerde
müzakere süreçleri yürütülmüştür. Bu ülkelerin demokratik yapılarının zayıf
olmasına rağmen, Kürt varlığı meşruiyet düzleminde bir sorun olarak
görülmemiştir. Türkiye’de ise 1990’lara dek Kürt kimliğinin kamusal alanda
telaffuzu dahi büyük ölçüde tabu olarak kalmıştır. 1970’li yıllarda bakanlık
görevinde bulunan Kürt siyasetçi Şerafettin Elçi, kamusal alanda “Ben Kürdüm”
ve “Türkiye’de Kürtler vardır” benzeri beyanları nedeniyle Yüce Divan’da
yargılanmıştır. Bu durum, Türkiye’de Kürt kimliğinin tanınmasına yönelik
sosyolojik ve siyasi engellerin derinliğini göstermektedir. Sorunun temelinde,
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş sürecindeki bazı yapısal paradoksların ideal
biçimde çözülememiş olması yatmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde
Türk milliyetçiliğiyle birlikte Kürt milliyetçiliği de ortaya çıkmış ve her
ikisi de ulus inşa ve tahayyülü projesi olarak doğmuştur. Ancak Türk
milliyetçiliği, diğer bazı etnik unsurlar gibi Kürtleri de kapsayan bir milli
proje olarak kurgulanmıştır. Bu yönüyle Türkiye, komşu ülkelerden
ayrışmaktadır. Cumhuriyet’in kuruluş aşamasında, Kürtlerin de tek bir millet
tahayyülü içinde yer aldığı, hukuki ve siyasal statülerinin bu çerçevede
tanınmaya çalışıldığı görülmektedir. Ancak bu kapsayıcılık, zaman içinde yerini
dışlayıcı uygulamalara bırakmış ve Kürt kimliğine ilişkin sorunlar, tanınma
talebinin merkezde yer aldığı çok boyutlu bir meseleye dönüşmüştür
Kürt Meselesinin şekillenmesinde
Türk Milliyetçiliği ve bunun başka etnik kökenleri tanıma ve tanımama kararı
temel dinamik olarak ele alınabileceğinden Türkiye’ye özgü dinamik olarak
üzerinde durulması gerekir. Örneğin Yeğen, Kürt Meselesini görme biçimini
zorlaştıran dört unsur öne sürmüştür. Bunlardan sonuncusu Kürt Meselesinin
kendi içindeki evrimi iken ilk üçü doğrudan Türk Milliyetçiliğinden
kaynaklıdır. Ona göre meseleyi görme biçimini zorlaştıran nedenler şunlardır:
(i.) Türk Milliyetçiliğinin uzun tarihi içindeki dönüşümü, (ii.) Türk
Milliyetçiliğinin çeşitli türleri, (iii.) Türk Milliyetçiliğinin başka
ideolojilerle bütünleşmesi ve (iv.) Kürt Meselesinin dönüşümü
2.
Kürt Milliyetçiliğinin Gelişimi ve Kürt
Meselesi
Kürt milliyetçiliği,
Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerinde ortaya çıkan etnik temelli siyasi
hareketler arasında yer almakta ve modern dönem Kürt meselesinin tarihsel arka
planını oluşturmaktadır. Bu çerçevede 1880 yılında gerçekleşen Şeyh Ubeydullah
İsyanı, Kürt milliyetçiliğinin ilk önemli emarelerinden biri olarak kabul
edilmektedir. Yazılı Kürt milliyetçiliğinin somut örneklerinden ilki ise, 1898
yılında Avrupa’da Jöntürk çevrelerinde yayımlanan Kürdistan mecmuasıdır. Bu
dönemde Kürt milliyetçiliği, esasen kültürel bir zeminde gelişmiş; dil,
edebiyat ve gelenekler üzerinden şekillenmiştir. Ancak 20. yüzyılın başlarında,
özellikle 1914 sonrasında bu eğilim giderek siyasileşmeye başlamıştır. Bitlis,
Barzan ve Soran gibi bölgelerde yaşanan isyanlar bu dönüşümün erken örnekleri
olarak öne çıkar. I. Dünya Savaşı ve hemen sonrasında yaşanan İstiklal Harbi
ise bu gelişmeleri bir süreliğine yavaşlatmış, Kürt hareketlerinin siyasal
ifadesini sınırlamıştır. Bununla birlikte, savaş sonrasında imparatorluktan
merkeziyetçi ve milliyetçi temelli bir cumhuriyet rejimine geçilmesi, Osmanlı
döneminde merkez ile Kürt çevreler arasında süregelen görece uyumlu ilişkiyi
derin bir kopuşla sona erdirmiştir. Bu tarihsel dönüşüm, Türkiye Cumhuriyeti
tarihinde “Kürt milliyetçiliği” ile “Kürt meselesi” kavramlarının birbirinden
ayrılmaz ancak özdeşleştirilemez iki ayrı olgu haline gelmesine yol açmıştır.
Kürt
milliyetçiliği: Kürtlüğe dayalı idari bir yapının
(muhtariyet, federasyon ya da ayrı bir devlet) kurulmasını hedefleyen kendine
has semboller ve siyasi bir söylem oluşturmuş bir akım
Kürt
meselesi: Türklük dışında her türlü kimlik ve aidiyeti
dışlayan, tarih, kültür ve eğitimde yalnızca Türklüğe yer veren ve diğer
grupların sembolik kaynaklarını yasaklayan Cumhuriyet Türkiye’sinin milli ve
sosyal bir meselesi.
1920’li ve 1940’lı yıllar
arasında şekillenen Kürt milliyetçiliği, dönemin entelektüel ve ideolojik
atmosferiyle büyük ölçüde örtüşmekte, hatta çoğu zaman Kemalizm kadar Batıcı
bir yönelim sergilemektedir. Bu dönemde Kürt aydınları, hem Kürt halkının
tarihe ve uygarlığa yaptığı katkıları vurgulama çabası içerisinde olmuş hem de
Batı uygarlığına erişimi, Kürt milliyetçiliğinin meşru bir hedefi olarak
benimsemişlerdir. Sonraki yıllarda ise bu çizgi, özellikle 1960’lardan itibaren
sol ideolojilerle yakınlaşma göstermiştir. “Ezilen bir halk” söylemi etrafında
şekillenen bu yeni dönem, Marksist-Leninist düşünce içerisinde Kürt kimliğini
yeniden konumlandırma çabasıyla belirginleşmiştir. 1980’li ve 1990’lı yıllarda
Marksist-Leninist yönelimin Kürt siyasi hareketine, özellikle de PKK (Kürdistan
İşçi Partisi) özelinde belirleyici ölçüde damga vurduğu görülmüştür. Aynı
yıllarda Ortadoğu genelinde yükselen İslamcı dalga, Kürt hareketleri üzerinde
de sınırlı da olsa ideolojik ve toplumsal etkiler bırakmıştır
Bu ideolojik dönüşümlerin yanında, Kürt
milliyetçiliğinin coğrafi ve siyasi anlamda bölünmesi de önemli bir husustur.
17. Yüzyılda her ne kadar etnik hassasiyetlerden bahsetmek o zaman için pek de
mümkün olmasa da bölgedeki Kürt nüfus mezhep farklılığı temelinde Osmanlı ve
İran arasında bölünmüştür
Son olarak, Kürt toplumu kendi içinde de dil, mezhep
ve etnik alt-kimlikler bakımından ciddi bir çeşitlilik göstermektedir. Bu iç
etnik cemaatler, Kürt milliyetçi hareketinin tekil bir çizgide gelişmesini
zaman zaman zorlaştırmıştır. Örneğin, 1925’teki Şeyh Said isyanının lideri Şeyh
Said, Sünni bir Zaza olarak öne çıkarken; 1930’larda öne çıkan bir diğer figür
olan Nuri Dersimi, Alevi Zaza kimliği ile farklı bir toplumsal aidiyeti temsil
etmiştir. Bu farklılıklar, Kürt milliyetçi hareketinin homojen bir yapı
kazanmasını engellemiş; mezhepsel ve etno-dilsel farklılıklar zaman zaman
ayrışmayı da beraberinde getirmiştir. Öte yandan, aşiret yapıları Kürt
toplumsal hayatında uzun süre güçlü biçimde varlık göstermiştir. Bu aşiretlerin
bir kısmı milliyetçi hareketleri desteklerken, bir kısmı devlet otoritesiyle iş
birliği yaparak hareketin zeminini zayıflatmıştır. Dolayısıyla Kürt
milliyetçiliği, hem dışsal bölünmelere hem de içsel farklılıklara maruz kalan
çok katmanlı ve çok boyutlu bir siyasal-toplumsal olgudur (Bozarslan, 2008,
s.842).
3.
Osmanlı
Dönemi
Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde Kürt
milliyetçiliği, merkezi otoritenin Kürt emirliklerini kaldırmasıyla birlikte
parçalanan yerel yapılar arasında şekillenmeye başladı. Aşiretlerin kontrolü
zorlaştı ve bu durum, devletle ilişkilerin bozulmasına yol açtı. 1909-1914
arasında yaşanan bazı Kürt isyanları, başlangıçta Ermeni karşıtı olsa da
zamanla devlet karşıtı bir yön kazandı. II. Abdülhamid’in hal’i ve İttihat ve
Terakki Cemiyeti’nin (İTC) Türk milliyetçiliğine yönelmesi, Kürtlerin kültürel
faaliyetlerinin kısıtlanmasına ve Kürt cemiyetlerinin kapatılmasına neden oldu.
Bu süreçte Kürt milliyetçiliği siyasileşti; 1914’teki isyanlarda yerel
muhtariyet talepleri açıkça dile getirildi. I. Dünya Savaşı sırasında Kürtler,
Ermenilere karşı devletle geçici ittifaklar kurdu. Boşalan Ermeni
yerleşimlerine Kürtlerin iskân edilmesiyle Doğu vilayetlerinin demografik
yapısı değiştirildi. 1918 sonrası kurulan Kürdistan Teali Cemiyeti, Kürt
siyasal hareketinin merkezi oldu. Ancak bu cemiyet homojen değildi;
bağımsızlık, muhtariyet ve Kürt-Türk birliği gibi farklı yaklaşımlar bir
aradaydı. Kürt aşiret ağaları ve şeyhlerinin çoğu ise Ermenilerin geri
dönmesinden korkarken Kürt Türk birliği ve hilafetin savunulmasını hedef
gösteren Mustafa Kemal’i desteklemekteydi. Cemiyetin yayın organı Jîn dergisi
diğer Jöntürk hareketleri gibi pozitivism, sosyal Darvinizm, medeniyetçilik
söylemlerinden etkilenmiştir. 1919’da Mem û Zîn’in İstanbul’da basılması kültürel
yönelimin sembolik bir örneğidir (Bozarslan, 2008, s.844).
4.
Cumhuriyet
Dönemi
Cumhuriyet’in ilk yıllarında Kürt muhalefeti, hem
siyasi hem de kültürel düzeyde önemli bir radikalleşme sürecine girmiştir.
1921'de Dersimli Alevilerin öncülüğünde gerçekleşen ve İstiklal Savaşı
sırasında yaşanan tek Kürt isyanı olan Koçgiri İsyanı, devlet tarafından kısa
sürede ve sert yöntemlerle bastırılmıştır. Her ne kadar bu isyan bölgede tepki
doğursa da, Kürtlerin geneliyle devlet arasındaki ilişkiyi henüz köklü biçimde
zedelememiştir. Asıl kopuş, Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte ortaya çıkmış; Kürtler
nezdinde hilafetin kaldırılması ve Kürt-Türk eşitliğine dair vaatlerin terk
edilmesi büyük bir hayal kırıklığı yaratmıştır. Bu dönemde Kürt direnişi, 1925
Şeyh Said İsyanı, 1927-1930 Ağrı İsyanı ve 1937-1938 Dersim Harekâtı gibi bir
dizi ayaklanma ile somutlaşmıştır. Bu isyanlar, on binlerce sivil Kürdün
yaşamını yitirmesiyle sonuçlanmış ve özellikle Dersim harekâtı, resmi söylemde
“dahili istiklal harbi” olarak tanımlanmıştır. Takip eden süreçte Kürt
bölgeleri yoğun biçimde askerileştirilmiş, Umumi Müfettişlikler aracılığıyla
merkezi idare altına alınmış, kamu görevlerine bölge halkından atamalar
yapılmamıştır. Cumhuriyet’in resmi söyleminde Kürtlerin etnik varlığı
çoğunlukla inkâr edilmiş; isyanlar ise Türk uygarlığına karşı gericiliği ve
feodalizmi temsil eden bir tehdit olarak sunulmuştur. Bu dönem Kürt muhalefeti
iki ana eğilim üzerinden şekillenmiştir:
(i.) Cemiyet ve kürt kulüpleri geleneğini sürdüren milliyetçi Kürt
Entelijensiyası: Devleti Türk olduğu için reddediyordu. Batıcı, medeniyetçi,
kısmen sosyal darwinist. Kemalizmin askeri hakimiyeti sosyal bir dayanak
bulmasını, tabana inmesini engelledi. Ve muhafazakar toplum Kemalizm kadar
batıcı olan bu hareketi desteklemezdi. (ii.) Aşiret, tarikat ve köylülük:
Devleti Osmanlı’nın zıddı olduğu için reddediyordu. Ayrıca devletin dini,
kültürel, etnik müdahaleleri vardı. Cumhuriyetin
ortak zemin arama isteksizliği genel bir radikalleşmeye ve bu iki kolun
ittifakına yol açtı ve bu da aşiretlerin milliyetçileşmesi sonuçlandı. Ağrı
İsyanı’nını inşa eden cemiyet olan Xoybun
Cemiyeti, Kemalizm dönemi en önemli Kürt muhalefetiydi Türk
boyunduruğundan kurtuluş, doğal ve ulusal sınırları içinde bağımsız bir
Kürdistan devleti kurmayı hedeflemekteydi. Kürt önderlerin peşinde koştuğu
amaç: “Kendi halkına her türlü saldırıdan korunacakları ulusal bir varoluş
temin etmek”ti. Bu dönemde Kemalizm bir
model ve düşmandı. Türk Tarih tezi gibi,
Kürtlerin tarihe katkılarını gösterme çabası; Türklüğü negatif, Kürtlüğü
pozitif gösterme; Latin harflerine geçişte Xoybuncuların da geçişi savunmaları
gibi tesirlerinden söz edilebilir
1938 Dersim İsyanı’nın kanlı ve kapsamlı bir biçimde
bastırılmasının ardından, Kürt hareketi uzun bir suskunluk dönemi içine
girmiştir. Bu on beş yıllık dönemde, Kürtler ne maddi ne de örgütsel olarak
yeni bir isyanı başlatacak güç veya strateji geliştirebilmişlerdir. İkinci
Dünya Savaşı’nın ve Ortadoğu’daki siyasi çalkantıların bölgedeki güç
dengelerini değiştirmesi, milliyetçi Kürt elitinin önemli bir kısmının sürgünde
yaşlanmasına yol açarken, devletin yoğunlaştırdığı asimilasyon ve Türkleştirme
politikaları belirli ölçüde etkisini göstermeye başlamıştır. Bu süreçte,
Cumhuriyet rejimi içerisinde kendine referans arayan yeni bir Kürt entelektüel
kuşak ortaya çıkmıştır. Çok partili siyasi hayata geçiş, özellikle Kürt
kırsalındaki aşiret ve tarikatların sisteme entegrasyonunu kolaylaştırmış, bu
yapılar aracılığıyla devletin baskısı bir ölçüde hafifletilmiştir. Bu
gelişmenin somut örneklerinden biri, Şeyh Said’in torunu Melik Fırat’ın
Demokrat Parti’den milletvekili seçilmesidir (Bozarslan, 2008, s. 850).
1959-1971 yılları arasında ise Kürt milliyetçiliğinin
daha çok sosyal bir muhalefet biçimine dönüştüğü gözlemlenmektedir. Bu dönemdeki
Kürt hareketleri, Suriye ve Avrupa’daki Kürt diaspora faaliyetlerinden
etkilenmekle birlikte, organik bir bağ kuramamışlardır. Kemalist rejimin Kürt
hareketini marjinalleştirmesi, 1920’ler ve 1930’larda etkin olan nesiller ile
1950’ler kuşağı arasında derin bir tarihsel kopukluk yaratmıştır. Ancak bu
baskıcı ortam, milliyetçilik anlayışını sona erdirmek bir yana, daha da
güçlendirmiştir. 1950’lerde, özellikle Kürt şehirlerinde ve öğrenci
çevrelerinde yeni bir milliyetçi akım yaygınlaşmaya başlamış ve bu akım,
zamanla siyasi ve örgütsel bir hareketlilik kazanmıştır. Bu dönemde kurulmaya
çalışılan “Kürtleri Kurtarma Cemiyeti” önemli bir örnek teşkil eder. 1959
yılında tutuklanan ve “49’lar” olarak anılan bu grup, Kürt hareketinin ve
Türkiye siyasi yaşamının önemli figürleri olmuşlardır. Bu dönemde, Mustafa
Kemal Atatürk’ün Kürt-Türk kardeşliği üzerine söylemleri yeniden keşfedilerek,
Nutuk adlı eserin meşruiyet kaynağı olarak görülmesi Kürt milliyetçiliğinde
sembolik bir önem kazanmıştır. 1960 askeri darbesi sonrasında, iki zıt durum
gözlenmiştir: İlk olarak cunta yönetimi Kürt kimliğini ve hareketini önemli bir
tehdit olarak algılamış ve bu bağlamda darbenin hemen ardından 55 Kürt ağa ve
beyini sürgüne göndermiştir. 1963 yılında ise “23’ler” olarak anılan bir grup
Kürt milliyetçisi tutuklanmıştır. Buna karşın, yeni anayasa ile birlikte ifade
ve örgütlenme özgürlükleri genişletilmiş, bu da Kürt meselesinin kamuoyunda
belli ölçüde tartışılmasını ve Kürt entelektüellerinin yeni ifade alanlarına
kavuşmasını mümkün kılmıştır. Böylece, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en önemli
tabularından biri kırılmış; özellikle Türk solunun Doğu meselesini
Marksist-Leninist perspektiften tartışması, Kürt gençliğini de bu sol çevrelere
çekmiştir. Bu dönemde ortaya çıkan yeni Kürt milliyetçiliği ise daha çok
kültürel ve anayasal talepler çerçevesinde şekillenmiş, Kürtçenin radyo, basın
ve eğitim dili olarak kabul edilmesi, anayasal özgürlüklere saygı gösterilmesi
ve Kürt bölgelerine ekonomik yatırımlar yapılması gibi talepler ön plana
çıkmıştır. Bununla birlikte, siyasi talepler de çeşitli şekillerde dile
getirilmiştir.
1961 yılında Irak Kürdistanı’nda patlak veren Barzani
İsyanı, Türkiye, Suriye ve İran’daki Kürtler arasında büyük bir ilgi
uyandırmıştır. Irak Kürdistan Demokrat Partisi’nin (KDP) Türkiye kolu kurulmuş,
bu hareket esasen Irak’taki aşiret temelli yapılar üzerinden örgütlenmiştir. Bu
dönemde gençlerin bir kısmı Irak Komünist Partisi’ne katılım göstermiştir.
Barzani hareketi, 1960’ların en etkili gerilla hareketlerinden biri olarak öne
çıkmış ve Peşmerge, yani “ölüme gidenler” figürü, Kürt hareketinde sol militan
kimliğinin oluşmasında sembolik bir rol oynamıştır. Türkiye KDP’sinin lider
kadrosu ise aşiret liderleri, tarikat şeyhleri ve tacirler gibi muhafazakâr
kesimlerden oluşmaktaydı. Bu liderler eğitim ve kalkınmaya büyük önem verirken,
Batı’nın siyasi fikirleri ve sol söylemlerinden uzak durmuşlardır. Ancak genç
kuşak arasında sol söylemler geniş yankı bulmuş ve Türk soluyla organik ve
ideolojik bağlar gelişmiştir. Böylece Kürt hareketi, sağ ve sol olarak
ayrışmış; sağ kanat giderek marjinalleşirken, sol kanat hareketin temel
dinamiği haline gelmiştir. Kürt hareketi, klasik milliyetçi temalarını tamamen
terk etmese de kendisini, işçi ve köylü hareketinin bir parçası olarak,
emperyalizme karşı savaşan halkların mücadelesi içinde konumlandırmıştır.
1960’ların sonu ve 1970’lerin başı, Kürt hareketinin
özerkleşme sürecinin belirginleştiği dönem olarak öne çıkar; özellikle 1970
yılında toplanan ve Kürtlerin yoğun şekilde karar mercilerinde yer aldığı
Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) 4. Kongresi’nde Kürt Sorunu resmen kabul
edilmiştir. 1970’lerde ise Kürt gençliğinin önemli bir bölümü Türk solundan
koparak, kimlik ve kültürel taleplerini ön plana çıkaran Devrimci Doğu Kültür
Ocakları’nı kurmuştur. Ocakların ilk genel kurul karar tasarısındaki ilk
maddeler şu şekildedir:
1. Türkiye'nin bütünlüğü içinde Kürt halkı vardır.
2. Kürt dili
Türkiye'de konuşulmakta olan bir dildir.
3. Bu varlık kendine özgü bir kültür birliği
yaratmıştır.
4. Kürtler, ülkenin Doğu ve Güneydoğu Anadolu
bölgelerinde müşterek bir pazar ekonomisi etrafında toplanmalardır. (Bozarslan,
2008, s. 856).
1971- 1984 dönemi, Kürt hareketinin parçalanma ve
zayıflama süreci olarak öne çıkar; 12 Mart Darbesi sonrası hem radikalleşen hem
de mevcut bölünmelerin derinleştiği bu dönemde, Diyarbakır Hapishanesi Kürt
sorununun tartışıldığı önemli bir merkez haline gelmiş ve burada dört ana akım
Türkiye’de demokrasi çerçevesinde çözüm arayışını benimseyerek şiddetten uzak
siyasi mücadeleye odaklanmıştır. Ancak
ideolojik farklılıklardan çok, hemşehrilik ilişkileri ve sosyalizasyon
mekanizmaları temelinde yaşanan bölünmeler hareketin iç dayanışmasını
zayıflatmıştır. 1975’teki genel af ile bir toparlanma yaşanırken, eş zamanlı
olarak Irak Kürdistanı’nda Barzani’nin mücadelesini durdurması Türkiye’deki
Kürt hareketi için kritik bir dönüm noktası olmuştur. Barzani’nin geri
çekilmesiyle Türkiye’deki Kürt hareketi artık sınır aşırı referans bir lider
veya hareket olmadan kendi bağımsız kimliğini güçlendirme yönünde hız kazanmış,
aynı zamanda Ortadoğu’nun önde gelen Kürt hareketi olma hedefiyle
radikalleşmiştir. Barzani’nin ABD, İsrail ve İran’a dayalı politikalarının
başarısızlığı ise Türkiye’deki Kürt hareketinin sola kaymasını ve daha militan
bir çizgiye evrilmesini teşvik etmiştir. Bu dönemde hareketin militan profili
değişmiş, öncekilere kıyasla daha çok köylü ve ilk nesil şehirli ailelerden
gelen öğrenci ve meslek sahipleri ön plana çıkmış, bu sosyoekonomik dönüşüm
aşiret temelli geleneksel yapıların tamamen ortadan kalkmamasına rağmen
muhafazakar milliyetçilik destekçisi AP ve MSP’nin etkisini zayıflatmıştır. 1970’lerin
ikinci yarısında Kürt hareketi, şiddeti tamamen dışlamamakla birlikte hem
kitlesel hem de teorik anlamda önemli bir gelişme gösterdi. TKSP (Türkiye
Kürdistan Sosyalist Partisi), DDKD (Devrimci Doğu Kültür Derneği), Rızgari ve
Kawa gibi örgütler bu sürecin ilk somut örneklerini oluşturdu. 1977
seçimlerinde Diyarbakır ve Ağrı’da TKSP destekli bağımsız adayların belediye
seçimlerini kazanması, hareketin kitlesel tabanının büyüdüğüne işaret etti.
Teorik açıdan ise Kürdistan’ın Türkiye, Irak, İran ve Suriye topraklarının bir
parçası olduğu ve bu coğrafyanın parçalanmış bir sömürge statüsünde bulunduğu
fikri gelişerek, tek parça bağımsız Kürdistan idealinin reddedilmemesi yönünde
bir anlayış şekillendi. Aynı dönemde, 1975’te Alparslan Türkeş’in Diyarbakır
ziyaretinin tepkiler nedeniyle iptal edilmesiyle, Türkiye genelinde Alevilik,
sol çevreler ve Kürt solu arasında devletle ve radikal sağla ölüm-kalım
mücadelesi kaçınılmaz bir hale geldiği görüşü güç kazandı. 1977’de TKDP
(Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi) içindeki genç kuşak, silahlı mücadeleyi
hedefleyerek KUK (Kürdistan Ulusal Kurtuluşçuları) adlı örgütü kurdu. Bununla
eş zamanlı olarak, Abdullah Öcalan öncülüğünde 1974’te oluşan grup 1978’de PKK
(Partiya Karkeren Kurdistan – Kürdistan İşçileri Partisi) adını aldı ve
kuruluşuyla birlikte silahlı mücadele kararı verdi. PKK’nın temel ideolojisi
Kürdistan’ın bir sömürge olduğu ve ulusal kurtuluşun ana hedef olduğu
yönündeydi. Ayrıca, MİT’in bu örgüt üzerinde kuruluş aşamasında kontrol
sağlamaya çalıştığına dair çeşitli veriler bulunmaktadır; bu durum, bazı Türk
kökenli kurucuların da örgüt içinde yer almasıyla birlikte devletin hareketi
içerden izleme ve yönlendirme çabalarının varlığına işaret etmektedir. 1970’lerin
sonlarından itibaren Kürt hareketinde teorik zayıflıklar belirginleşti;
şiddetin sorunun çözümünde etkili olduğuna dair yaygın bir inanç geliştiği için
sosyal mücadele ve toplumsal dönüşüm söylemleri giderek terk edildi. Hareket,
sol bir çizgide kalmakla birlikte artık daha çok Kürt kimliği ve ekseninde
şekillenen bir söylem benimsedi. Barzani sonrası dönemde Kürtlerin liderlik
yapma konumları güçlenirken, aynı zamanda Türk solu içinde de Kürt hareketinin
koruyucu bir rol üstlendiği gözlemlendi. Şiddet ise ilk aşamada devletle değil,
Kürtler arasındaki iç çatışmalarla ilişkiliydi; hem KUK hem de PKK, kendi
tabanları üzerinde hegemonya kurma mücadelesi verirken, aşiret ilişkilerinin
devam etmesi bu şiddeti artırıcı bir faktör oldu. PKK, Ramanlar ve Bucaklar
gibi aşiretleri feodal yapılar ve sömürgeciliğin en güvenilir işbirlikçileri
olarak görüp bunlara karşı silahlı mücadele başlattı; bu süreçte birkaç yüz
kişinin hayatını kaybettiği rapor edilmektedir. Devletin bu dönemde Kürtler
arasındaki şiddet üzerinde doğrudan bir etkisi olmamış, çatışmalar esasen iç
dinamiklerden kaynaklanmıştır. 12 Eylül Darbesi, ülke genelinde olduğu gibi
Kürtler arasında da belirli bir destek bulmuş olsa da, darbe sonrasında
yüzlerce Kürt militanı ve aydını tutuklanmış, bazıları hapishane koşullarında
yaşamını yitirmiştir. Tutuklular, rejim ve hapishane koşullarını protesto etmek
amacıyla kendilerini yakma eylemleri gerçekleştirmişlerdir. 12 Eylül sonrası
PKK, Ortadoğu coğrafyasına çekilmiş; Türkiye-Suriye gerilimi ve Lübnan
Savaşı’nın yarattığı ortamı fırsat bilerek askeri temeller üzerinde yeniden
örgütlenmiştir. Bu süreçte KUK ve diğer örgütler sürgün hareketine dönüşmüş,
Türkiye Komünist Partisi Kürt kolu (TSKP) dışındakiler etkinliklerini büyük
ölçüde kaybetmiştir. Ancak Kürt aydınlarının Avrupa’ya geçişi diaspora milliyetçiliğinin
gelişmesini sağlamış, Kürt kültür ve araştırma faaliyetleri sürgünde
canlanmıştır; özellikle İsveç’te 800’ü aşkın eser yayımlanmış, Paris’te kurulan
Kürt Enstitüsü diplomatik alanda önemli bir aktör olmuştur (Bozarsan, 2008, s.
858).
1984 sonrası dönemde
Türkiye’de Kürt milliyetçiliği, tüm Kürt kimlik ve sembollerinin yasaklandığı,
Kemalizm ve Türkçülüğün tek ideoloji olarak dayatıldığı sert bir askeri rejim
ortamında varlığını sürdürmeye çalıştı. 12 Eylül darbesi, Kürt hareketini
tamamen ortadan kaldırmak amacıyla bu milliyetçiliği “hastalık” olarak görüp
Kemalizm ilacı ile “iyileştirmeye” çalıştı; ancak bu politikalar ters teperek, abileri
kendilerini zindanlarda yakan 8-10 yaşındaki çocukları, gençliklerinde
fedakarlık ve mukaddes bir ideal haline getirdikleri gerillaşma yoluna sevk
etti. Bu süreçte, 1984-1999 yılları
arasında PKK silahlı gerilla savaşıyla Kürt milliyetçi hareketinin en radikal
biçimi olarak öne çıktı. 1984 sonrası Kürt milliyetçiliği üç temel kaynaktan
beslenmiştir. Birincisi, devlet milliyetçiliğinden öğrenilen otoriter
milliyetçiliktir; bu bağlamda otoriter devlet yapısı radikal hareket için adeta
bir okul işlevi görmüştür. Kemalist semboller Kürtleştirilerek “toprak uğrunda
ölenlerin” vatan anlayışıyla birleşmiş, geçmiş reddedilip direnişle özgür bir
tarih başlatılmıştır. Bu dönemde ordu milletleşme aracısı olarak görülmüş,
Abdullah Öcalan ise “Güneş” metaforuyla kutsallaştırılarak lider ve şehitlik
kültü haline getirilmiştir. İkinci kaynak Marksizm-Leninizm’dır; bu ideoloji
1970’lerde Kürt hareketlerine girmiş, özellikle Irak ve İran’daki Kürtler
1980’lerin sonunda sosyal demokratlaşmaya yönelse de, PKK 1990’ların sonuna dek
Marksist-Leninist söylemini sürdürmüştür. Üçüncü ve en belirgin kaynak ise
şiddetin fetişleştirilmesi, kurtuluşun hem kaynağı hem de amacı olarak
görülmesidir. PKK, Kürt milletini zorla kölelikten kurtarma hedefini
benimsemiş; diğer Kürt hareketlerinin aksine, şiddeti çoğunlukla devletle
müzakere aracı olarak kullanırken, Öcalan devlete karşı dahi Kürtlerin
kölelikten kurtarılması amacındaydı.
PKK, 1900’lerin başındaki kültürel, 20-30’ların Batıcı
ve 1960’ların sol milliyetçilik geleneğinden çok daha radikal bir çizgiye geçti
ancak milliyetçilik konusunda net, uygulanabilir bir program sunamadı. Şiddeti
meşrulaştırmasına rağmen Kürtlere gerçekçi hedefler veremedi. 1990’ların
ortalarına gelindiğinde, köy yıkımları ve entelektüel kayıplar PKK’yı büyük
ölçüde zayıflattı. 1998-99’da parti içinde şiddeti bırakma ve barışçı yolları
benimseme tartışmaları başladı. Öcalan’ın 1999’daki tutuklanması sonrası şiddet
eylemleri yükselse de, kısa zamanda şiddetten uzaklaşma süreci hızlandı; Öcalan
devletle iş birliği ve Kemalizm’le uzlaşmaya yöneldi, yeni talepler kültür ve
dil özgürlüğüne odaklandı. Kürt meselesi bu dönemde gelişmekten çok tıkandı;
Kürtlerin iç muhalefeti sürdü ancak devletle demokratikleşme süreçleri Kürtler
için demokratikleşme anlamına gelmedi. 28 Şubat postmodern darbesini
destekleyip ordunun siyasetteki hakimiyetini kabul eden hareket, devlette muhatap
bulamadı. Devletin resmi yaklaşımı, her türlü etnik ve kültürel yaklaşımı
kriminalize eden, ana dilde eğitim talebini bile vatana ihanet olarak gören ve
devlet şiddeti dışında bir çözüm düşünemeyen bir duruştaydı. 1980’lerdeki legal
Kürt hareketi ise PKK’yı karşısına almadan kendisini açıklayamayacak olması,
kurulan partilerin devlet eliyle kapatılması ve liderlerinin faili meçhul
cinayetlerle öldürülmesi gibi devlet tepkisine maruz kalması ve kendi
içerisindeki düşünce farklılıkları sebebiyle pek yükselememekle birlikte yine
de 1977 ve 79 seçimlerinde bazı Kürt şehirlerinde yönetimler kazandı. Sonuçta
hem radikalleşti hem de kurumsallaştı; PKK’nın silahlı mücadeleyi bırakması
siyasi hareketin daha rahat hareket etmesini sağladı (Bozarslan, 2008). 1991’de
HEP’in Diyarbakır il başkanı Vedat Aydın, İnsan Hakları Derneği’nde Kürtçe
konuştuğu için tutuklanıp işkenceyle öldürüldü; bu olay faili meçhul
cinayetlerin başlangıcı oldu. Aynı yıl Körfez Savaşı sonrası Irak’ın kuzeyinde
Kürtlerin özerklik kazanması, Türkiye’deki Kürt hareketine ilham verdi ama
bölünme endişelerini de artırdı. 1991’de SHP’nin Kürt Raporu, önceki devlet
raporlarından farklı olarak siyasi partilerin ve sonraki yıllarda STK’ların
hazırladığı raporların öncüsü oldu. 90’larda Kürt hareketi sürekli partileşmeye
çalıştı ancak devlet bu partileri kapattı; bu yüzden stratejik olarak bir parti
kapandığında diğerini kurarak varlığını sürdürdü. Bugün bu partilerin devamı
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi’dir
5.
Bugün:
PKK’nın Fesih Kararı ve Sonrası
2005’te bir kesim aydının
PKK’ya silah bırakma çağrısında bulunması ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın
Diyarbakır gezisi ile ilk emareleri görünen ancak Ergenekon Davası, AK
Parti’nin Kapatılma Davası, Erken seçim kararları gibi dinamiklerle kesintiye
uğrayan Çözüm Süreci 2013-2015 yılları arasında uygulamaya konulmuş ancak bir
sonuca ulaşamamış, şehir meydanlarına taşan şiddet eylemleri ile bu süreç sona
ermiştir. Böylece silah bırakma kararı bir on sene daha beklemek zorunda
kalmıştır.
Abdullah Öcalan’ın 27
Şubat 2025’teki çağrısının ardından 5-7 Mayıs’ta düzenlenen 12. Kongresinde PKK
terör örgütünün feshedildiğini ilan etmiştir
Fesih kararında
“demoktatik toplum” ve “ortak vatan” gibi 1920 anayasasına atıflar da önemlidir.
Öte yandan terör örgütlerinin silah bırakma süreçleri provakasyona oldukça açık
5-7 yılı almaktadır. Bu nedenle bundan sonrası oldukça önemli ve hassas bir
süreçtir
6.
Sonuç
Makaleyi toparlamak
amacıyla “Kürt Meselesi nedir?” sorusunu sorduğumuzda verilebilecek cevap
şudur: Kürt meselesi Geçmişi eski, nüfusu kalabalık, yüz yılı aşkın süre önce
milliyetçilik ile tanışmış bir halkın modern ulus devletler sisteminde temsil
edilememesi sorunudur
Kaynakça
Alpkaya,
F. (2009). Kürt Açılımı. Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 64(03),
221-237. doi:https://doi.org/10.1501/SBFder_0000002119
Aslan, M. (2025, 5 14). Öcalan neden silah
bırakma çağrısı yaptı? Çağrının zamanlaması hangi içsel ve dışsal dinamiklere
dayanıyor olabilir? SETA:
https://www.setav.org/uzmanlar-cevapliyor/teror-orgutu-pkknin-fesih-karari
adresinden alındı
Bozarslan, H. (2008). Kürd Milliyetçiliği ve Kürt
Hareketi (1898-2000). T. Editör Bora, & M. Gültekingil içinde, Modern
Türkiye'de Siyasi Düşünce: Dönemler ve Zihniyetler (Cilt 4, s. 841-870).
İstanbul.
Çiçek, N. (2025, 5 12). Tarihi karar: PKK
feshedildi, şimdi ne olacak? İndependent Türkçe: https://www.indyturk.com/node/758377/yazarlar/tarihi-karar-pkk-feshedildi-%C5%9Fimdi-ne-olacak
adresinden alındı
DEM Parti. (2023). Parti Tüzüğü.
https://www.demparti.org.tr/Images/UserFiles/Documents/Editor/Parti%20metinleri/dem-parti-tuzuk.pdf
adresinden alındı
Haber, T. (2025, 5 12). Terör örgütü PKK kendini
feshetti. TRT Haber:
https://www.trthaber.com/haber/gundem/teror-orgutu-pkk-kendini-feshetti-906939.html
adresinden alındı
Keyman, E. F. (2022). Türkiye'de Çok Kültürlü
anayasal Vatandaşlık. A. Kadıoğlu içinde, Vatandaşlığın Dönüşümü:
Üyelikten Haklara (s. 218-244). İstanbul: Metis Yayınları.
Somer, M. (2023, 2 8). Kürt Sorunu Nedir?
YouTube: https://www.youtube.com/watch?v=M9WhIbn-RsI adresinden alındı
Yeğen, M. (2008). Türk Milliyetçiliği ve Kürt Sorunu.
T. Editör Bora, & M. Gültekingil içinde, Modern Türkiye'de Siyasi
Düşünce: Dönemler ve Zihniyetler (Cilt 4, s. 880-892). İstanbul: İletişim
Yayınları.
trump iki seçenek sunacakmış bize :) ya irana saldır ya kürdistana izin ver topraklarında :) teşekkür ederiz bilimsel açıklamaların için :) türkiyenin batısında kürtlere ingiliz diyorlar bir tür alay sanırım :)
YanıtlaSilHadi ya bilmiyordum. Şu hergelenin de karışmadığı bir halt yok. Süper güç dengeleri değişse artık yeter da abededen. Gerçi Çin gelse gideni aratır du bakalım. Kürdişlerin İngilizliği hakkında da bilgim yoktu, teşekkür ederim :D
Sil