İçeriği Paylaş!

TÜRKİYE’DE KÜRT MESELESİ

 

TÜRKİYE’DE KÜRT MESELESİ

Sevda Özbay[1]

Öz

Türkiye’de Kürt meselesi, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinden itibaren şekillenmeye başlamış karmaşık bir toplumsal ve siyasi sorundur. 1920’lerden sonra yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti, ulus-devlet modelini benimseyerek etnik ve kültürel farklılıkları asimilasyon politikalarıyla yok etmeye çalıştı. Bu süreçte Kürt kimliği ve dili kamusal alanda yasaklandı, birçok Kürt isyanı (Şeyh Said İsyanı, Dersim Ayaklanması gibi) sert bir şekilde bastırıldı. 1950’lerden itibaren Kürtlerin sosyal, ekonomik ve kültürel hak talepleri artmaya başladı. 1980’ler ve sonrasında özellikle PKK (Kürdistan İşçi Partisi) adlı örgütün silahlı mücadelesi, meselenin Türkiye’nin iç güvenlik ve siyasi gündeminde önemli bir yer tutmasına yol açtı. Bu dönemde çatışmalar binlerce can kaybına neden oldu. 2000’li yıllarda hükümetler Kürt sorununun çözümü için çeşitli reform girişimleri başlattı; kültürel hakların genişletilmesi ve siyasi diyalog denemeleri gündeme geldi. Ancak sorun tam anlamıyla çözülememiş, zaman zaman çatışmalar ve siyasi gerginlikler devam etmiştir. Çok yakın zamanda PKK’nın da dağılma kararı ile günümüzde Kürt meselesi, Türkiye’nin demokratikleşme süreci, insan hakları, bölgesel politika ve etnik kimliklerin tanınması bağlamında halen önemli bir konudur. Hem devlet hem de Kürt toplumu içinde farklı görüşler ve çözüm önerileri bulunmakta; barışçıl ve kalıcı bir çözüm arayışları sürmektedir.

Bu makale Türkiye’deki Kürt Meselesinin bugüne kadarki tarihini doğuşunu ve gelişmesindeki temel dinamikleri genel hatlarıyla ortaya koymaktadır.

Anahtar Kelimeler: Kürt Meselesi, Türk Milliyetçiliği, Kürt Milliyetçiliği, Etnik Kimlik, PKK

1.     Vatandaşlık Temelinde Kürt Sorununun Türkiye’ye Özgü Dinamikleri

Türkiye’deki Kürt sorunu, diğer Orta Doğu ülkeleriyle kıyaslandığında öncelikle bir kimlik ve tanınma meselesi olarak öne çıkmaktadır. Irak ve Suriye gibi ülkelerde Kürtler çeşitli dönemlerde siyasal olarak tanınmış ve bu tanınma kimi zaman özerklik düzeyinde gerçekleşmiştir. Merkezi hükümetle yaşanan silahlı çatışmaların en yoğun olduğu dönemlerde dahi Kürtlerin kolektif kimlikleri tanınmış, çeşitli düzeylerde müzakere süreçleri yürütülmüştür. Bu ülkelerin demokratik yapılarının zayıf olmasına rağmen, Kürt varlığı meşruiyet düzleminde bir sorun olarak görülmemiştir. Türkiye’de ise 1990’lara dek Kürt kimliğinin kamusal alanda telaffuzu dahi büyük ölçüde tabu olarak kalmıştır. 1970’li yıllarda bakanlık görevinde bulunan Kürt siyasetçi Şerafettin Elçi, kamusal alanda “Ben Kürdüm” ve “Türkiye’de Kürtler vardır” benzeri beyanları nedeniyle Yüce Divan’da yargılanmıştır. Bu durum, Türkiye’de Kürt kimliğinin tanınmasına yönelik sosyolojik ve siyasi engellerin derinliğini göstermektedir. Sorunun temelinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş sürecindeki bazı yapısal paradoksların ideal biçimde çözülememiş olması yatmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde Türk milliyetçiliğiyle birlikte Kürt milliyetçiliği de ortaya çıkmış ve her ikisi de ulus inşa ve tahayyülü projesi olarak doğmuştur. Ancak Türk milliyetçiliği, diğer bazı etnik unsurlar gibi Kürtleri de kapsayan bir milli proje olarak kurgulanmıştır. Bu yönüyle Türkiye, komşu ülkelerden ayrışmaktadır. Cumhuriyet’in kuruluş aşamasında, Kürtlerin de tek bir millet tahayyülü içinde yer aldığı, hukuki ve siyasal statülerinin bu çerçevede tanınmaya çalışıldığı görülmektedir. Ancak bu kapsayıcılık, zaman içinde yerini dışlayıcı uygulamalara bırakmış ve Kürt kimliğine ilişkin sorunlar, tanınma talebinin merkezde yer aldığı çok boyutlu bir meseleye dönüşmüştür (Somer, 2023).

Kürt Meselesinin şekillenmesinde Türk Milliyetçiliği ve bunun başka etnik kökenleri tanıma ve tanımama kararı temel dinamik olarak ele alınabileceğinden Türkiye’ye özgü dinamik olarak üzerinde durulması gerekir. Örneğin Yeğen, Kürt Meselesini görme biçimini zorlaştıran dört unsur öne sürmüştür. Bunlardan sonuncusu Kürt Meselesinin kendi içindeki evrimi iken ilk üçü doğrudan Türk Milliyetçiliğinden kaynaklıdır. Ona göre meseleyi görme biçimini zorlaştıran nedenler şunlardır: (i.) Türk Milliyetçiliğinin uzun tarihi içindeki dönüşümü, (ii.) Türk Milliyetçiliğinin çeşitli türleri, (iii.) Türk Milliyetçiliğinin başka ideolojilerle bütünleşmesi ve (iv.) Kürt Meselesinin dönüşümü (Yeğen, 2008).

2.      Kürt Milliyetçiliğinin Gelişimi ve Kürt Meselesi

Kürt milliyetçiliği, Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerinde ortaya çıkan etnik temelli siyasi hareketler arasında yer almakta ve modern dönem Kürt meselesinin tarihsel arka planını oluşturmaktadır. Bu çerçevede 1880 yılında gerçekleşen Şeyh Ubeydullah İsyanı, Kürt milliyetçiliğinin ilk önemli emarelerinden biri olarak kabul edilmektedir. Yazılı Kürt milliyetçiliğinin somut örneklerinden ilki ise, 1898 yılında Avrupa’da Jöntürk çevrelerinde yayımlanan Kürdistan mecmuasıdır. Bu dönemde Kürt milliyetçiliği, esasen kültürel bir zeminde gelişmiş; dil, edebiyat ve gelenekler üzerinden şekillenmiştir. Ancak 20. yüzyılın başlarında, özellikle 1914 sonrasında bu eğilim giderek siyasileşmeye başlamıştır. Bitlis, Barzan ve Soran gibi bölgelerde yaşanan isyanlar bu dönüşümün erken örnekleri olarak öne çıkar. I. Dünya Savaşı ve hemen sonrasında yaşanan İstiklal Harbi ise bu gelişmeleri bir süreliğine yavaşlatmış, Kürt hareketlerinin siyasal ifadesini sınırlamıştır. Bununla birlikte, savaş sonrasında imparatorluktan merkeziyetçi ve milliyetçi temelli bir cumhuriyet rejimine geçilmesi, Osmanlı döneminde merkez ile Kürt çevreler arasında süregelen görece uyumlu ilişkiyi derin bir kopuşla sona erdirmiştir. Bu tarihsel dönüşüm, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde “Kürt milliyetçiliği” ile “Kürt meselesi” kavramlarının birbirinden ayrılmaz ancak özdeşleştirilemez iki ayrı olgu haline gelmesine yol açmıştır.

Kürt milliyetçiliği: Kürtlüğe dayalı idari bir yapının (muhtariyet, federasyon ya da ayrı bir devlet) kurulmasını hedefleyen kendine has semboller ve siyasi bir söylem oluşturmuş bir akım

Kürt meselesi: Türklük dışında her türlü kimlik ve aidiyeti dışlayan, tarih, kültür ve eğitimde yalnızca Türklüğe yer veren ve diğer grupların sembolik kaynaklarını yasaklayan Cumhuriyet Türkiye’sinin milli ve sosyal bir meselesi.

1920’li ve 1940’lı yıllar arasında şekillenen Kürt milliyetçiliği, dönemin entelektüel ve ideolojik atmosferiyle büyük ölçüde örtüşmekte, hatta çoğu zaman Kemalizm kadar Batıcı bir yönelim sergilemektedir. Bu dönemde Kürt aydınları, hem Kürt halkının tarihe ve uygarlığa yaptığı katkıları vurgulama çabası içerisinde olmuş hem de Batı uygarlığına erişimi, Kürt milliyetçiliğinin meşru bir hedefi olarak benimsemişlerdir. Sonraki yıllarda ise bu çizgi, özellikle 1960’lardan itibaren sol ideolojilerle yakınlaşma göstermiştir. “Ezilen bir halk” söylemi etrafında şekillenen bu yeni dönem, Marksist-Leninist düşünce içerisinde Kürt kimliğini yeniden konumlandırma çabasıyla belirginleşmiştir. 1980’li ve 1990’lı yıllarda Marksist-Leninist yönelimin Kürt siyasi hareketine, özellikle de PKK (Kürdistan İşçi Partisi) özelinde belirleyici ölçüde damga vurduğu görülmüştür. Aynı yıllarda Ortadoğu genelinde yükselen İslamcı dalga, Kürt hareketleri üzerinde de sınırlı da olsa ideolojik ve toplumsal etkiler bırakmıştır (Bozarslan, 2008, s. 841)

Bu ideolojik dönüşümlerin yanında, Kürt milliyetçiliğinin coğrafi ve siyasi anlamda bölünmesi de önemli bir husustur. 17. Yüzyılda her ne kadar etnik hassasiyetlerden bahsetmek o zaman için pek de mümkün olmasa da bölgedeki Kürt nüfus mezhep farklılığı temelinde Osmanlı ve İran arasında bölünmüştür (Alpkaya, 2009). Birinci Dünya Savaşı sonrasında Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasıyla birlikte Kürtlerin yaşadığı coğrafya, Lozan ve diğer uluslararası antlaşmalar ile dört farklı ulus-devletin sınırları içerisine dağılmış; Türkiye, İran, Irak ve Suriye tarafından paylaştırılmıştır. Bu yeni ulus-devlet düzenleri, sınır ötesi aidiyetleri tehdit unsuru olarak algılamış ve bu tür aidiyetleri çoğu zaman “vatana ihanet” olarak nitelendirmiştir. Kürt toplulukları ise her biri kendi içinde farklı iktisadi, kültürel ve siyasal sistemlere tabi hale gelmiştir. Ama Kürtler bu yeni suni devlet yapıları altında kendi kimliklerini yeniden ürettiler. Böylece Osmanlı sonrası Kürt milliyetçiliği pratikte parçalanmış, tahayyülde birleşmiş bir milliyetçilik olduğu görülmektedir. (Devlet kurumuna sahip olmasa da parçalanmış Arap milliyetçiliği gibi). Bu çeşitli milliyetçiliklerin sadece bazıları ve kısa dönemli olarak ayrılıkçı fikirleri olması; genelde kaderlerini devlet içindeki dinamiklere bağlamaları ve burada çözüm aramaları Kürt milliyetçilikleri arasındaki bu parçalanmayı kalıcılaştırmıştır. Nihayetinde tek değil birkaç Kürt milliyetçiliği söz konusudur, birbirlerini izleyip gelişmelere tepki vermektedirler.

Son olarak, Kürt toplumu kendi içinde de dil, mezhep ve etnik alt-kimlikler bakımından ciddi bir çeşitlilik göstermektedir. Bu iç etnik cemaatler, Kürt milliyetçi hareketinin tekil bir çizgide gelişmesini zaman zaman zorlaştırmıştır. Örneğin, 1925’teki Şeyh Said isyanının lideri Şeyh Said, Sünni bir Zaza olarak öne çıkarken; 1930’larda öne çıkan bir diğer figür olan Nuri Dersimi, Alevi Zaza kimliği ile farklı bir toplumsal aidiyeti temsil etmiştir. Bu farklılıklar, Kürt milliyetçi hareketinin homojen bir yapı kazanmasını engellemiş; mezhepsel ve etno-dilsel farklılıklar zaman zaman ayrışmayı da beraberinde getirmiştir. Öte yandan, aşiret yapıları Kürt toplumsal hayatında uzun süre güçlü biçimde varlık göstermiştir. Bu aşiretlerin bir kısmı milliyetçi hareketleri desteklerken, bir kısmı devlet otoritesiyle iş birliği yaparak hareketin zeminini zayıflatmıştır. Dolayısıyla Kürt milliyetçiliği, hem dışsal bölünmelere hem de içsel farklılıklara maruz kalan çok katmanlı ve çok boyutlu bir siyasal-toplumsal olgudur (Bozarslan, 2008, s.842).

3.     Osmanlı Dönemi

Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde Kürt milliyetçiliği, merkezi otoritenin Kürt emirliklerini kaldırmasıyla birlikte parçalanan yerel yapılar arasında şekillenmeye başladı. Aşiretlerin kontrolü zorlaştı ve bu durum, devletle ilişkilerin bozulmasına yol açtı. 1909-1914 arasında yaşanan bazı Kürt isyanları, başlangıçta Ermeni karşıtı olsa da zamanla devlet karşıtı bir yön kazandı. II. Abdülhamid’in hal’i ve İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin (İTC) Türk milliyetçiliğine yönelmesi, Kürtlerin kültürel faaliyetlerinin kısıtlanmasına ve Kürt cemiyetlerinin kapatılmasına neden oldu. Bu süreçte Kürt milliyetçiliği siyasileşti; 1914’teki isyanlarda yerel muhtariyet talepleri açıkça dile getirildi. I. Dünya Savaşı sırasında Kürtler, Ermenilere karşı devletle geçici ittifaklar kurdu. Boşalan Ermeni yerleşimlerine Kürtlerin iskân edilmesiyle Doğu vilayetlerinin demografik yapısı değiştirildi. 1918 sonrası kurulan Kürdistan Teali Cemiyeti, Kürt siyasal hareketinin merkezi oldu. Ancak bu cemiyet homojen değildi; bağımsızlık, muhtariyet ve Kürt-Türk birliği gibi farklı yaklaşımlar bir aradaydı. Kürt aşiret ağaları ve şeyhlerinin çoğu ise Ermenilerin geri dönmesinden korkarken Kürt Türk birliği ve hilafetin savunulmasını hedef gösteren Mustafa Kemal’i desteklemekteydi. Cemiyetin yayın organı Jîn dergisi diğer Jöntürk hareketleri gibi pozitivism, sosyal Darvinizm, medeniyetçilik söylemlerinden etkilenmiştir. 1919’da Mem û Zîn’in İstanbul’da basılması kültürel yönelimin sembolik bir örneğidir (Bozarslan, 2008, s.844).

4.     Cumhuriyet Dönemi

Cumhuriyet’in ilk yıllarında Kürt muhalefeti, hem siyasi hem de kültürel düzeyde önemli bir radikalleşme sürecine girmiştir. 1921'de Dersimli Alevilerin öncülüğünde gerçekleşen ve İstiklal Savaşı sırasında yaşanan tek Kürt isyanı olan Koçgiri İsyanı, devlet tarafından kısa sürede ve sert yöntemlerle bastırılmıştır. Her ne kadar bu isyan bölgede tepki doğursa da, Kürtlerin geneliyle devlet arasındaki ilişkiyi henüz köklü biçimde zedelememiştir. Asıl kopuş, Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte ortaya çıkmış; Kürtler nezdinde hilafetin kaldırılması ve Kürt-Türk eşitliğine dair vaatlerin terk edilmesi büyük bir hayal kırıklığı yaratmıştır. Bu dönemde Kürt direnişi, 1925 Şeyh Said İsyanı, 1927-1930 Ağrı İsyanı ve 1937-1938 Dersim Harekâtı gibi bir dizi ayaklanma ile somutlaşmıştır. Bu isyanlar, on binlerce sivil Kürdün yaşamını yitirmesiyle sonuçlanmış ve özellikle Dersim harekâtı, resmi söylemde “dahili istiklal harbi” olarak tanımlanmıştır. Takip eden süreçte Kürt bölgeleri yoğun biçimde askerileştirilmiş, Umumi Müfettişlikler aracılığıyla merkezi idare altına alınmış, kamu görevlerine bölge halkından atamalar yapılmamıştır. Cumhuriyet’in resmi söyleminde Kürtlerin etnik varlığı çoğunlukla inkâr edilmiş; isyanlar ise Türk uygarlığına karşı gericiliği ve feodalizmi temsil eden bir tehdit olarak sunulmuştur. Bu dönem Kürt muhalefeti iki ana eğilim üzerinden şekillenmiştir:  (i.) Cemiyet ve kürt kulüpleri geleneğini sürdüren milliyetçi Kürt Entelijensiyası: Devleti Türk olduğu için reddediyordu. Batıcı, medeniyetçi, kısmen sosyal darwinist. Kemalizmin askeri hakimiyeti sosyal bir dayanak bulmasını, tabana inmesini engelledi. Ve muhafazakar toplum Kemalizm kadar batıcı olan bu hareketi desteklemezdi. (ii.) Aşiret, tarikat ve köylülük: Devleti Osmanlı’nın zıddı olduğu için reddediyordu. Ayrıca devletin dini, kültürel, etnik müdahaleleri vardı.  Cumhuriyetin ortak zemin arama isteksizliği genel bir radikalleşmeye ve bu iki kolun ittifakına yol açtı ve bu da aşiretlerin milliyetçileşmesi sonuçlandı. Ağrı İsyanı’nını inşa eden cemiyet olan Xoybun  Cemiyeti, Kemalizm dönemi en önemli Kürt muhalefetiydi Türk boyunduruğundan kurtuluş, doğal ve ulusal sınırları içinde bağımsız bir Kürdistan devleti kurmayı hedeflemekteydi. Kürt önderlerin peşinde koştuğu amaç: “Kendi halkına her türlü saldırıdan korunacakları ulusal bir varoluş temin etmek”ti.  Bu dönemde Kemalizm bir model ve düşmandı. Türk Tarih tezi gibi,  Kürtlerin tarihe katkılarını gösterme çabası; Türklüğü negatif, Kürtlüğü pozitif gösterme; Latin harflerine geçişte Xoybuncuların da geçişi savunmaları gibi tesirlerinden söz edilebilir (Bozarslan, 2008, s. 847).

1938 Dersim İsyanı’nın kanlı ve kapsamlı bir biçimde bastırılmasının ardından, Kürt hareketi uzun bir suskunluk dönemi içine girmiştir. Bu on beş yıllık dönemde, Kürtler ne maddi ne de örgütsel olarak yeni bir isyanı başlatacak güç veya strateji geliştirebilmişlerdir. İkinci Dünya Savaşı’nın ve Ortadoğu’daki siyasi çalkantıların bölgedeki güç dengelerini değiştirmesi, milliyetçi Kürt elitinin önemli bir kısmının sürgünde yaşlanmasına yol açarken, devletin yoğunlaştırdığı asimilasyon ve Türkleştirme politikaları belirli ölçüde etkisini göstermeye başlamıştır. Bu süreçte, Cumhuriyet rejimi içerisinde kendine referans arayan yeni bir Kürt entelektüel kuşak ortaya çıkmıştır. Çok partili siyasi hayata geçiş, özellikle Kürt kırsalındaki aşiret ve tarikatların sisteme entegrasyonunu kolaylaştırmış, bu yapılar aracılığıyla devletin baskısı bir ölçüde hafifletilmiştir. Bu gelişmenin somut örneklerinden biri, Şeyh Said’in torunu Melik Fırat’ın Demokrat Parti’den milletvekili seçilmesidir (Bozarslan, 2008, s. 850).

1959-1971 yılları arasında ise Kürt milliyetçiliğinin daha çok sosyal bir muhalefet biçimine dönüştüğü gözlemlenmektedir. Bu dönemdeki Kürt hareketleri, Suriye ve Avrupa’daki Kürt diaspora faaliyetlerinden etkilenmekle birlikte, organik bir bağ kuramamışlardır. Kemalist rejimin Kürt hareketini marjinalleştirmesi, 1920’ler ve 1930’larda etkin olan nesiller ile 1950’ler kuşağı arasında derin bir tarihsel kopukluk yaratmıştır. Ancak bu baskıcı ortam, milliyetçilik anlayışını sona erdirmek bir yana, daha da güçlendirmiştir. 1950’lerde, özellikle Kürt şehirlerinde ve öğrenci çevrelerinde yeni bir milliyetçi akım yaygınlaşmaya başlamış ve bu akım, zamanla siyasi ve örgütsel bir hareketlilik kazanmıştır. Bu dönemde kurulmaya çalışılan “Kürtleri Kurtarma Cemiyeti” önemli bir örnek teşkil eder. 1959 yılında tutuklanan ve “49’lar” olarak anılan bu grup, Kürt hareketinin ve Türkiye siyasi yaşamının önemli figürleri olmuşlardır. Bu dönemde, Mustafa Kemal Atatürk’ün Kürt-Türk kardeşliği üzerine söylemleri yeniden keşfedilerek, Nutuk adlı eserin meşruiyet kaynağı olarak görülmesi Kürt milliyetçiliğinde sembolik bir önem kazanmıştır. 1960 askeri darbesi sonrasında, iki zıt durum gözlenmiştir: İlk olarak cunta yönetimi Kürt kimliğini ve hareketini önemli bir tehdit olarak algılamış ve bu bağlamda darbenin hemen ardından 55 Kürt ağa ve beyini sürgüne göndermiştir. 1963 yılında ise “23’ler” olarak anılan bir grup Kürt milliyetçisi tutuklanmıştır. Buna karşın, yeni anayasa ile birlikte ifade ve örgütlenme özgürlükleri genişletilmiş, bu da Kürt meselesinin kamuoyunda belli ölçüde tartışılmasını ve Kürt entelektüellerinin yeni ifade alanlarına kavuşmasını mümkün kılmıştır. Böylece, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en önemli tabularından biri kırılmış; özellikle Türk solunun Doğu meselesini Marksist-Leninist perspektiften tartışması, Kürt gençliğini de bu sol çevrelere çekmiştir. Bu dönemde ortaya çıkan yeni Kürt milliyetçiliği ise daha çok kültürel ve anayasal talepler çerçevesinde şekillenmiş, Kürtçenin radyo, basın ve eğitim dili olarak kabul edilmesi, anayasal özgürlüklere saygı gösterilmesi ve Kürt bölgelerine ekonomik yatırımlar yapılması gibi talepler ön plana çıkmıştır. Bununla birlikte, siyasi talepler de çeşitli şekillerde dile getirilmiştir.

1961 yılında Irak Kürdistanı’nda patlak veren Barzani İsyanı, Türkiye, Suriye ve İran’daki Kürtler arasında büyük bir ilgi uyandırmıştır. Irak Kürdistan Demokrat Partisi’nin (KDP) Türkiye kolu kurulmuş, bu hareket esasen Irak’taki aşiret temelli yapılar üzerinden örgütlenmiştir. Bu dönemde gençlerin bir kısmı Irak Komünist Partisi’ne katılım göstermiştir. Barzani hareketi, 1960’ların en etkili gerilla hareketlerinden biri olarak öne çıkmış ve Peşmerge, yani “ölüme gidenler” figürü, Kürt hareketinde sol militan kimliğinin oluşmasında sembolik bir rol oynamıştır. Türkiye KDP’sinin lider kadrosu ise aşiret liderleri, tarikat şeyhleri ve tacirler gibi muhafazakâr kesimlerden oluşmaktaydı. Bu liderler eğitim ve kalkınmaya büyük önem verirken, Batı’nın siyasi fikirleri ve sol söylemlerinden uzak durmuşlardır. Ancak genç kuşak arasında sol söylemler geniş yankı bulmuş ve Türk soluyla organik ve ideolojik bağlar gelişmiştir. Böylece Kürt hareketi, sağ ve sol olarak ayrışmış; sağ kanat giderek marjinalleşirken, sol kanat hareketin temel dinamiği haline gelmiştir. Kürt hareketi, klasik milliyetçi temalarını tamamen terk etmese de kendisini, işçi ve köylü hareketinin bir parçası olarak, emperyalizme karşı savaşan halkların mücadelesi içinde konumlandırmıştır.

1960’ların sonu ve 1970’lerin başı, Kürt hareketinin özerkleşme sürecinin belirginleştiği dönem olarak öne çıkar; özellikle 1970 yılında toplanan ve Kürtlerin yoğun şekilde karar mercilerinde yer aldığı Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) 4. Kongresi’nde Kürt Sorunu resmen kabul edilmiştir. 1970’lerde ise Kürt gençliğinin önemli bir bölümü Türk solundan koparak, kimlik ve kültürel taleplerini ön plana çıkaran Devrimci Doğu Kültür Ocakları’nı kurmuştur. Ocakların ilk genel kurul karar tasarısındaki ilk maddeler şu şekildedir:

1. Türkiye'nin bütünlüğü içinde Kürt halkı vardır.

2.  Kürt dili Türkiye'de konuşulmakta olan bir dildir.

3. Bu varlık kendine özgü bir kültür birliği yaratmıştır.

4. Kürtler, ülkenin Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde müşterek bir pazar ekonomisi etrafında toplanmalardır. (Bozarslan, 2008, s. 856).

1971- 1984 dönemi, Kürt hareketinin parçalanma ve zayıflama süreci olarak öne çıkar; 12 Mart Darbesi sonrası hem radikalleşen hem de mevcut bölünmelerin derinleştiği bu dönemde, Diyarbakır Hapishanesi Kürt sorununun tartışıldığı önemli bir merkez haline gelmiş ve burada dört ana akım Türkiye’de demokrasi çerçevesinde çözüm arayışını benimseyerek şiddetten uzak siyasi mücadeleye odaklanmıştır.  Ancak ideolojik farklılıklardan çok, hemşehrilik ilişkileri ve sosyalizasyon mekanizmaları temelinde yaşanan bölünmeler hareketin iç dayanışmasını zayıflatmıştır. 1975’teki genel af ile bir toparlanma yaşanırken, eş zamanlı olarak Irak Kürdistanı’nda Barzani’nin mücadelesini durdurması Türkiye’deki Kürt hareketi için kritik bir dönüm noktası olmuştur. Barzani’nin geri çekilmesiyle Türkiye’deki Kürt hareketi artık sınır aşırı referans bir lider veya hareket olmadan kendi bağımsız kimliğini güçlendirme yönünde hız kazanmış, aynı zamanda Ortadoğu’nun önde gelen Kürt hareketi olma hedefiyle radikalleşmiştir. Barzani’nin ABD, İsrail ve İran’a dayalı politikalarının başarısızlığı ise Türkiye’deki Kürt hareketinin sola kaymasını ve daha militan bir çizgiye evrilmesini teşvik etmiştir. Bu dönemde hareketin militan profili değişmiş, öncekilere kıyasla daha çok köylü ve ilk nesil şehirli ailelerden gelen öğrenci ve meslek sahipleri ön plana çıkmış, bu sosyoekonomik dönüşüm aşiret temelli geleneksel yapıların tamamen ortadan kalkmamasına rağmen muhafazakar milliyetçilik destekçisi AP ve MSP’nin etkisini zayıflatmıştır. 1970’lerin ikinci yarısında Kürt hareketi, şiddeti tamamen dışlamamakla birlikte hem kitlesel hem de teorik anlamda önemli bir gelişme gösterdi. TKSP (Türkiye Kürdistan Sosyalist Partisi), DDKD (Devrimci Doğu Kültür Derneği), Rızgari ve Kawa gibi örgütler bu sürecin ilk somut örneklerini oluşturdu. 1977 seçimlerinde Diyarbakır ve Ağrı’da TKSP destekli bağımsız adayların belediye seçimlerini kazanması, hareketin kitlesel tabanının büyüdüğüne işaret etti. Teorik açıdan ise Kürdistan’ın Türkiye, Irak, İran ve Suriye topraklarının bir parçası olduğu ve bu coğrafyanın parçalanmış bir sömürge statüsünde bulunduğu fikri gelişerek, tek parça bağımsız Kürdistan idealinin reddedilmemesi yönünde bir anlayış şekillendi. Aynı dönemde, 1975’te Alparslan Türkeş’in Diyarbakır ziyaretinin tepkiler nedeniyle iptal edilmesiyle, Türkiye genelinde Alevilik, sol çevreler ve Kürt solu arasında devletle ve radikal sağla ölüm-kalım mücadelesi kaçınılmaz bir hale geldiği görüşü güç kazandı. 1977’de TKDP (Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi) içindeki genç kuşak, silahlı mücadeleyi hedefleyerek KUK (Kürdistan Ulusal Kurtuluşçuları) adlı örgütü kurdu. Bununla eş zamanlı olarak, Abdullah Öcalan öncülüğünde 1974’te oluşan grup 1978’de PKK (Partiya Karkeren Kurdistan – Kürdistan İşçileri Partisi) adını aldı ve kuruluşuyla birlikte silahlı mücadele kararı verdi. PKK’nın temel ideolojisi Kürdistan’ın bir sömürge olduğu ve ulusal kurtuluşun ana hedef olduğu yönündeydi. Ayrıca, MİT’in bu örgüt üzerinde kuruluş aşamasında kontrol sağlamaya çalıştığına dair çeşitli veriler bulunmaktadır; bu durum, bazı Türk kökenli kurucuların da örgüt içinde yer almasıyla birlikte devletin hareketi içerden izleme ve yönlendirme çabalarının varlığına işaret etmektedir. 1970’lerin sonlarından itibaren Kürt hareketinde teorik zayıflıklar belirginleşti; şiddetin sorunun çözümünde etkili olduğuna dair yaygın bir inanç geliştiği için sosyal mücadele ve toplumsal dönüşüm söylemleri giderek terk edildi. Hareket, sol bir çizgide kalmakla birlikte artık daha çok Kürt kimliği ve ekseninde şekillenen bir söylem benimsedi. Barzani sonrası dönemde Kürtlerin liderlik yapma konumları güçlenirken, aynı zamanda Türk solu içinde de Kürt hareketinin koruyucu bir rol üstlendiği gözlemlendi. Şiddet ise ilk aşamada devletle değil, Kürtler arasındaki iç çatışmalarla ilişkiliydi; hem KUK hem de PKK, kendi tabanları üzerinde hegemonya kurma mücadelesi verirken, aşiret ilişkilerinin devam etmesi bu şiddeti artırıcı bir faktör oldu. PKK, Ramanlar ve Bucaklar gibi aşiretleri feodal yapılar ve sömürgeciliğin en güvenilir işbirlikçileri olarak görüp bunlara karşı silahlı mücadele başlattı; bu süreçte birkaç yüz kişinin hayatını kaybettiği rapor edilmektedir. Devletin bu dönemde Kürtler arasındaki şiddet üzerinde doğrudan bir etkisi olmamış, çatışmalar esasen iç dinamiklerden kaynaklanmıştır. 12 Eylül Darbesi, ülke genelinde olduğu gibi Kürtler arasında da belirli bir destek bulmuş olsa da, darbe sonrasında yüzlerce Kürt militanı ve aydını tutuklanmış, bazıları hapishane koşullarında yaşamını yitirmiştir. Tutuklular, rejim ve hapishane koşullarını protesto etmek amacıyla kendilerini yakma eylemleri gerçekleştirmişlerdir. 12 Eylül sonrası PKK, Ortadoğu coğrafyasına çekilmiş; Türkiye-Suriye gerilimi ve Lübnan Savaşı’nın yarattığı ortamı fırsat bilerek askeri temeller üzerinde yeniden örgütlenmiştir. Bu süreçte KUK ve diğer örgütler sürgün hareketine dönüşmüş, Türkiye Komünist Partisi Kürt kolu (TSKP) dışındakiler etkinliklerini büyük ölçüde kaybetmiştir. Ancak Kürt aydınlarının Avrupa’ya geçişi diaspora milliyetçiliğinin gelişmesini sağlamış, Kürt kültür ve araştırma faaliyetleri sürgünde canlanmıştır; özellikle İsveç’te 800’ü aşkın eser yayımlanmış, Paris’te kurulan Kürt Enstitüsü diplomatik alanda önemli bir aktör olmuştur (Bozarsan, 2008, s. 858).

1984 sonrası dönemde Türkiye’de Kürt milliyetçiliği, tüm Kürt kimlik ve sembollerinin yasaklandığı, Kemalizm ve Türkçülüğün tek ideoloji olarak dayatıldığı sert bir askeri rejim ortamında varlığını sürdürmeye çalıştı. 12 Eylül darbesi, Kürt hareketini tamamen ortadan kaldırmak amacıyla bu milliyetçiliği “hastalık” olarak görüp Kemalizm ilacı ile “iyileştirmeye” çalıştı; ancak bu politikalar ters teperek, abileri kendilerini zindanlarda yakan 8-10 yaşındaki çocukları, gençliklerinde fedakarlık ve mukaddes bir ideal haline getirdikleri gerillaşma yoluna sevk etti.  Bu süreçte, 1984-1999 yılları arasında PKK silahlı gerilla savaşıyla Kürt milliyetçi hareketinin en radikal biçimi olarak öne çıktı. 1984 sonrası Kürt milliyetçiliği üç temel kaynaktan beslenmiştir. Birincisi, devlet milliyetçiliğinden öğrenilen otoriter milliyetçiliktir; bu bağlamda otoriter devlet yapısı radikal hareket için adeta bir okul işlevi görmüştür. Kemalist semboller Kürtleştirilerek “toprak uğrunda ölenlerin” vatan anlayışıyla birleşmiş, geçmiş reddedilip direnişle özgür bir tarih başlatılmıştır. Bu dönemde ordu milletleşme aracısı olarak görülmüş, Abdullah Öcalan ise “Güneş” metaforuyla kutsallaştırılarak lider ve şehitlik kültü haline getirilmiştir. İkinci kaynak Marksizm-Leninizm’dır; bu ideoloji 1970’lerde Kürt hareketlerine girmiş, özellikle Irak ve İran’daki Kürtler 1980’lerin sonunda sosyal demokratlaşmaya yönelse de, PKK 1990’ların sonuna dek Marksist-Leninist söylemini sürdürmüştür. Üçüncü ve en belirgin kaynak ise şiddetin fetişleştirilmesi, kurtuluşun hem kaynağı hem de amacı olarak görülmesidir. PKK, Kürt milletini zorla kölelikten kurtarma hedefini benimsemiş; diğer Kürt hareketlerinin aksine, şiddeti çoğunlukla devletle müzakere aracı olarak kullanırken, Öcalan devlete karşı dahi Kürtlerin kölelikten kurtarılması amacındaydı.

PKK, 1900’lerin başındaki kültürel, 20-30’ların Batıcı ve 1960’ların sol milliyetçilik geleneğinden çok daha radikal bir çizgiye geçti ancak milliyetçilik konusunda net, uygulanabilir bir program sunamadı. Şiddeti meşrulaştırmasına rağmen Kürtlere gerçekçi hedefler veremedi. 1990’ların ortalarına gelindiğinde, köy yıkımları ve entelektüel kayıplar PKK’yı büyük ölçüde zayıflattı. 1998-99’da parti içinde şiddeti bırakma ve barışçı yolları benimseme tartışmaları başladı. Öcalan’ın 1999’daki tutuklanması sonrası şiddet eylemleri yükselse de, kısa zamanda şiddetten uzaklaşma süreci hızlandı; Öcalan devletle iş birliği ve Kemalizm’le uzlaşmaya yöneldi, yeni talepler kültür ve dil özgürlüğüne odaklandı. Kürt meselesi bu dönemde gelişmekten çok tıkandı; Kürtlerin iç muhalefeti sürdü ancak devletle demokratikleşme süreçleri Kürtler için demokratikleşme anlamına gelmedi. 28 Şubat postmodern darbesini destekleyip ordunun siyasetteki hakimiyetini kabul eden hareket, devlette muhatap bulamadı. Devletin resmi yaklaşımı, her türlü etnik ve kültürel yaklaşımı kriminalize eden, ana dilde eğitim talebini bile vatana ihanet olarak gören ve devlet şiddeti dışında bir çözüm düşünemeyen bir duruştaydı. 1980’lerdeki legal Kürt hareketi ise PKK’yı karşısına almadan kendisini açıklayamayacak olması, kurulan partilerin devlet eliyle kapatılması ve liderlerinin faili meçhul cinayetlerle öldürülmesi gibi devlet tepkisine maruz kalması ve kendi içerisindeki düşünce farklılıkları sebebiyle pek yükselememekle birlikte yine de 1977 ve 79 seçimlerinde bazı Kürt şehirlerinde yönetimler kazandı. Sonuçta hem radikalleşti hem de kurumsallaştı; PKK’nın silahlı mücadeleyi bırakması siyasi hareketin daha rahat hareket etmesini sağladı (Bozarslan, 2008). 1991’de HEP’in Diyarbakır il başkanı Vedat Aydın, İnsan Hakları Derneği’nde Kürtçe konuştuğu için tutuklanıp işkenceyle öldürüldü; bu olay faili meçhul cinayetlerin başlangıcı oldu. Aynı yıl Körfez Savaşı sonrası Irak’ın kuzeyinde Kürtlerin özerklik kazanması, Türkiye’deki Kürt hareketine ilham verdi ama bölünme endişelerini de artırdı. 1991’de SHP’nin Kürt Raporu, önceki devlet raporlarından farklı olarak siyasi partilerin ve sonraki yıllarda STK’ların hazırladığı raporların öncüsü oldu. 90’larda Kürt hareketi sürekli partileşmeye çalıştı ancak devlet bu partileri kapattı; bu yüzden stratejik olarak bir parti kapandığında diğerini kurarak varlığını sürdürdü. Bugün bu partilerin devamı Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi’dir (DEM Parti, 2023).

5.     Bugün: PKK’nın Fesih Kararı ve Sonrası

2005’te bir kesim aydının PKK’ya silah bırakma çağrısında bulunması ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Diyarbakır gezisi ile ilk emareleri görünen ancak Ergenekon Davası, AK Parti’nin Kapatılma Davası, Erken seçim kararları gibi dinamiklerle kesintiye uğrayan Çözüm Süreci 2013-2015 yılları arasında uygulamaya konulmuş ancak bir sonuca ulaşamamış, şehir meydanlarına taşan şiddet eylemleri ile bu süreç sona ermiştir. Böylece silah bırakma kararı bir on sene daha beklemek zorunda kalmıştır.

Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat 2025’teki çağrısının ardından 5-7 Mayıs’ta düzenlenen 12. Kongresinde PKK terör örgütünün feshedildiğini ilan etmiştir (Haber, 2025). Yukarıda verilen tarih içindeki evriminden yola çıkarak bu kararın nedenleri anlaşılabilir; özünde, PKK hem ideolojisi, amaçları ve yapısıyla hem de çevresel şartları içerisinde günümüz şartlarında ayakta kalabilecek bir örgüt değildir. Soğuk Savaş’ın ideolojik temelleri üzerinde kurulmuş, 1990’lardaki siyasi çalkantılarda güz kazanma zemini bulmuş ancak 2000’lerde giderek çağ dışı kalmıştır. Bugün ne 1978’in ideolojik ruhu ne de 1984’ün silahlı eylem mantığı bir karşılık bulabilir. 2015’te şehir meydanlarındaki şiddet eylemlerinin verdiği zarar sonucu örgüte olan halk desteğinin azalması bunun apaçık bir göstergesidir. Örgüt bunun farkında olarak “demokratik toplum sosyalizmi” adıyla hem sosyalist ideolojisine hem de bugünün çoğulcu, demokratik dönüşümüne tutunmaya çalışıyorsa da beyhude bir çabadır zira halen daha Soğuk Savaş dönemi kavram kavram setlerine bağlıdırlar (Aslan, 2025).

Fesih kararında “demoktatik toplum” ve “ortak vatan” gibi 1920 anayasasına atıflar da önemlidir. Öte yandan terör örgütlerinin silah bırakma süreçleri provakasyona oldukça açık 5-7 yılı almaktadır. Bu nedenle bundan sonrası oldukça önemli ve hassas bir süreçtir (Çiçek, 2025).

6.     Sonuç

Makaleyi toparlamak amacıyla “Kürt Meselesi nedir?” sorusunu sorduğumuzda verilebilecek cevap şudur: Kürt meselesi Geçmişi eski, nüfusu kalabalık, yüz yılı aşkın süre önce milliyetçilik ile tanışmış bir halkın modern ulus devletler sisteminde temsil edilememesi sorunudur (Alpkaya, 2009, s. 234).  Bu nedenle komşu ülkelerde de olduğu gibi, Türkiye’de Kürt Meselesini kimlik sorunlarına başvurmadan anlamak mümkün değildir. Gerek etnik kimlikten kaynaklanan Kürt Meselesi, gerekse de dini kimlikten kaynaklanan İslami kimliğin yeniden canlanması sorunları aynı zamanda vatandaşlık temelli hak ve özgürlük talepleridir. Bu nedenle Kürt meselesinin çözümü cumhuriyetçi vatandaşlık modelini çoğulcu toplumsal yapıya uygun farklılıkları anayasal güvenceye alacak bir tarzda yeniden kurmakla mümkündür (Keyman, 2022).

 


Kaynakça

Alpkaya, F. (2009). Kürt Açılımı. Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 64(03), 221-237. doi:https://doi.org/10.1501/SBFder_0000002119

Aslan, M. (2025, 5 14). Öcalan neden silah bırakma çağrısı yaptı? Çağrının zamanlaması hangi içsel ve dışsal dinamiklere dayanıyor olabilir? SETA: https://www.setav.org/uzmanlar-cevapliyor/teror-orgutu-pkknin-fesih-karari adresinden alındı

Bozarslan, H. (2008). Kürd Milliyetçiliği ve Kürt Hareketi (1898-2000). T. Editör Bora, & M. Gültekingil içinde, Modern Türkiye'de Siyasi Düşünce: Dönemler ve Zihniyetler (Cilt 4, s. 841-870). İstanbul.

Çiçek, N. (2025, 5 12). Tarihi karar: PKK feshedildi, şimdi ne olacak? İndependent Türkçe: https://www.indyturk.com/node/758377/yazarlar/tarihi-karar-pkk-feshedildi-%C5%9Fimdi-ne-olacak adresinden alındı

DEM Parti. (2023). Parti Tüzüğü. https://www.demparti.org.tr/Images/UserFiles/Documents/Editor/Parti%20metinleri/dem-parti-tuzuk.pdf adresinden alındı

Haber, T. (2025, 5 12). Terör örgütü PKK kendini feshetti. TRT Haber: https://www.trthaber.com/haber/gundem/teror-orgutu-pkk-kendini-feshetti-906939.html adresinden alındı

Keyman, E. F. (2022). Türkiye'de Çok Kültürlü anayasal Vatandaşlık. A. Kadıoğlu içinde, Vatandaşlığın Dönüşümü: Üyelikten Haklara (s. 218-244). İstanbul: Metis Yayınları.

Somer, M. (2023, 2 8). Kürt Sorunu Nedir? YouTube: https://www.youtube.com/watch?v=M9WhIbn-RsI adresinden alındı

Yeğen, M. (2008). Türk Milliyetçiliği ve Kürt Sorunu. T. Editör Bora, & M. Gültekingil içinde, Modern Türkiye'de Siyasi Düşünce: Dönemler ve Zihniyetler (Cilt 4, s. 880-892). İstanbul: İletişim Yayınları.

 

 



[1] Selçuk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Doktora Öğrencisi

Yorumlar

  1. trump iki seçenek sunacakmış bize :) ya irana saldır ya kürdistana izin ver topraklarında :) teşekkür ederiz bilimsel açıklamaların için :) türkiyenin batısında kürtlere ingiliz diyorlar bir tür alay sanırım :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hadi ya bilmiyordum. Şu hergelenin de karışmadığı bir halt yok. Süper güç dengeleri değişse artık yeter da abededen. Gerçi Çin gelse gideni aratır du bakalım. Kürdişlerin İngilizliği hakkında da bilgim yoktu, teşekkür ederim :D

      Sil

Yorum Gönder

Ee okudun o kadar, sen ne diyosun :)

Emojiyle tepki ver!

Popüler Yayınlar