YEDİ GÜZEL ADAM – 2014 DİZİ YORUMU
"Yedi adam biri bir gün
bir kan gördü
gereğini belledi
yari alsa koynuna
Ayırmaz kanı yanından
Beyaz haberlerim var kardeşlerim"
Beyaz haberlerle merhaba 💫
Hadi, Yedi Güzel Adam'ı anlatalım.
Dizinin klasik tanımını, yayınlandığı TRT 1’in kaleminden
aktaralım:
“Yedi Güzel Adam 1950’li yıllarda Kahramanmaraş Lisesi’nde
hayatları kesişen ve sonrasında birbirlerinden ayrılmayan yürekli şairlerin
hayatını anlatıyor. Türk Edebiyat hayatına pek çok eser kazandıran şairlerin
1970li yıllarda Maraş’taki yaşamlarından kesitler sunan dizi, adını Cahit
Zarifoğlu’nun Yedi Güzel Adam şiirinden alıyor. İzleyiciler bu diziyle, hayata
karşı belli bir duruşu olan Yedi Güzel Adam hakkında bilgi sahibi oluyor.
Diziyle şairlerin hikayelerinde, şiirlerinin nasıl can bulduğunu izliyor. Bir
döneme de ışık tutan Yedi Güzel Adam dizisi yeni nesle önemli bir dönemin,
edebiyat, kültür ve fikir insanlarını tanıtıyor…”
Tür: Tarih, dram,
Senarist: Ahmet Tezcan
Yönetmen: Adnan Güler
Sezon sayısı: 2
Bölüm Sayısı: 39
Bir yerde reytinglerden dolayı kaldırıldığını okudum. Şaşırdım
tabii. Çok uzun olması taraftarı değilim tabii ama insan tutulunca gönülden,
bitmesini istemiyor. Güzel şeyler çabuk biter. Bitsin tabii, tadını bıraksın
damakta. Biraz da diziyi sürdürmek oyunculara, yapımcılara değil de
izleyicilere kalsın, değil mi :)
Dizinin tek konusu var diyemeyiz. Dersek hata yapmış oluruz. Ne
Yedi Güzel Adam'ı anlatan bir dizi diyebiliriz ne sağ-sol olaylarını ve o
dönemin olaylarını yansıtan bir dizi diyebiliriz. Ne aşk diyebiliriz, ne din
diyebiliriz, ne şiir diyebiliriz ne arkadaşlık.
Bakıyorsun her karakter farklı bir duygunun tezahürü. Her karakterin, başkasında olmayan ve hayatını baştan sona etkileyen bir özelliği var. ,
Dizinin senaristi Şilan Avcı, şiirinde babalar için ne demişti:
Kimimize kış,
kimimize bahar olup canıyla değen babalarımızı!
Bu memlekette
insanlar belki de en çok baba sancısıyla inliyor, en çok baba deyince aklımıza
gelir çocukluğumuz!
Bakıyorsunuz Erdem'in babası Ökkeş Bey, oğluna son derece bağlı,
saygılı, değer veren bir baba. Bakıyorsunuz Cahit'e, kalbi babasına olan
kırgınlığıyla paramparça. Bakıyorsunuz Zehra'ya, gözlerinin önünde cenazesi
kalkan babasının özlemi içinde yanıyor. Ve Cevat'a dönüyorsunuz, babasının bir
kere bile güvenemediği bir çocuk çıkıyor karşınıza. Bu sefer dönüyorsunuz
Merve'ye, babasını hatırlayamayan bir kız çocuğu.
Cevat, Kahraman, Güler, Merve, Zafer, Hakkı... Yedi Güzel Adam'ın
okuduğu sıralarda okuyan, gönüllerine değecek kişileri bekleyen öğrenciler.
Hepsini tek tek tahlile kalkışsam bu yazı bitmez.
Yunus'un insan sevgisini o dönemde insanlara veren Dede'ler,
Yemenici'ler, Hakkı kardeşler. Karşısındakinin tokadına, "Gülüm, bilsem
söylerim ama bilmiyorum ki." diye sesini hiç yükseltmeden, sinirlenmeden
cevap verebilen o gönlü sağlam adamlar...
Dizinin sonuna doğru eğriyi doğruyu anlayıp "İşte gidiyorum
çeşm-i siyahım." eşliğinde, tek bir düşmanı olduğunu anlayıp, ölme
ihtimaline rağmen düşünmeden, vatanı için son nefesini veren Selim'ler,
yıllarca karşısına durduğu Selim'in intikamı için, devletin düzeni, Maraş'ın
yangınlarının sönmesi için Avcı Bey'i öldürmeye ant içen ve bunu da Selim'e
eşlik ederek türküyü söyleyerek yapan Çalık'lar...
Kocasını şehit veren, vatansız kalan Meryem'ler, kızının derdiyle
yanan anneler, üvey evlatlarına öz evlatlarıymış gibi ciğerini yakan anneler,
her mazluma koşan, onlar için çabalayan anneler... Ve daha niceleri.
Oyuncu seçimleri de tam yerinde olmuş. Yedi Güzel Adam'ı
geçiyorum, kalan karakterler bile başrol olsa hak edecek karakterler. Ne yalan
söyleyeyim diziye Yedi Güzel Adam'ı izlemek için başladım, sonra Cevat o kadar
yer etti ki derdiyle, Cevat ne olacak, diye devam ettim, sağ-sol olayları iyice
kendini belli edince Çalık - Selim ikilisinin sahnelerini kovaladım ve sonda
tarihî olaylar neymiş, nasılmış diye izleye izleye bitirdim. Ben mi bitirdim
diziyi yoksa o mu beni bitirdi bilinmez tabii.
Oyuncuları tek tek övmem gerekiyor. Karakterleri üzerine o kadar
güzel oturmuş ki. Kalkıp hepsine sıkıca sarılıp tebrik etmek gerekiyor. Hepsi
muhteşemdi, birini öne çıkaramam ama belki de Nuri Pakdil'le iletişime
geçebilme şansım olduğu için en çok Nuri Pakdil'i canlandıran Kemal Uçar'ı
izlerken böyle hissettim.
Kemal Uçar'ı Yamak Ahmet'ten beri bilirim. Orada da az gönül
yaralamadı :) Böyle gönüllere dokunan karakterler en değerli karakterlerdir.
Çünkü akıl bilgileri siler ama kalp hisleri silmez. Yıllar sonra baksam da aynı
duygu canlanır kalbimde. Bayım'ı gönülden tebrik ederim. Siz bayım! Siz! Sizi
görmek, Kutlu Kudüs'te açan çuha çiçeğinin rengi kadar güzel, kokusu kadar hoş.
Kemal Uçar’a bir teşekkürü de canlandırdığı karakteri çok sevdiği
ve unutmadığı için etmem gerekecek. Öyle ki onu dinlerken “aşk”la dinlemesi
bile insana tebessüm ettirecek derecede güzel. Nuri Pakdil’i başka birisi
canlandırsa üzerinde bu kadar güzel durur muydu bilemem ama bu karakterin, bu
şahsiyetin Kemal Uçar üzerinde çok güzel durduğu aşikâr. Kemal Uçar’a çok
yakışmış karakteri, fazlasıyla.
Uraz Kaygılaroğlu, o asil karakterini sonuna kadar üzerinde
taşıdı. Şiir Avcısı'nın bakışları gözlerinde hep. Naciye'sine bakışları,
yorulup da bulduğu en değerli emanetine bakışı... Şairin berceste mısrasına
bakışı içli içli. Naciye'yi de es
geçmeyeceğim tabii. 2010 yılında ilk defa ekranlarda gördüğüm ve o andan beri
görünce gülümseten biri Şahika Koldemir. Fetih 1453'te görünce de sevinmiştim.
Ama bende kalacak karakteri Naciye oldu.
Cahit Zarifoğlu için bir şeyler yazmak gerekiyor sanırım. Sanırım
:) Öyle ya, diziye adını veren, çaktırmadan Yedi Güzel Adam'la Yedi Uyurlar'a
selam veren şairin/yazarın kendisi Cahit Zarifoğlu. Bir şairi en iyi tahlil
eden yine şairin kendisidir. Zarifoğlu da kendisinin söylediği gibi "İsmimin baş harfleri acz tutuyor."
Hem adını, hem de soyadını bir bedene sığdırıyor. Zarif, aciz bir
şair. Aciz dedikse de insan karşısında değil, bağışlayan karşısında aciz.
Cahit'i Baran Akbulut canlandırıyor.
Dizi boyunca bu adam ne yapacak, kestiremiyoruz. Zaten şairler anlamıyor şairi, bize mi kalmış anlamak. Biz de Süleyman Hoca'mız gibi diyoruz ki "Ya sormayayım diyorum diyorum ama... Neden?" Gerçekten Süleyman Hoca bunu sorduğunda ben de videoyu durdurup "Evet ya, söyle Allah aşkına, neden?" diye sordum. Cevabını aldık mı, aldık tabii. Ama ne Süleyman Hoca ne ben... Kimse anlamadı bu adamı. Şair anlaşılmaz tamam, ama Cahit Bey de, labirent mübarek. Hayır Alaeddin mi Ali mi, ne dediydi, orman orman! "Yürüyen orman." Aklına girsen yolunu şaşar bir daha bulamazsın, öyle bir orman.
Akif, Urfa'dan sürgün edilip de Maraş Lisesi'ne geldiğinde
Aleâddin'in haber vermesi, Rasim'in "Lahmacuncu mu?" diye dalgaya
alması sonra Akif'in onların derdine derman olması... (8. Bölüm) :) Akif'i
canlandıran Yiğit Çakır’ı da tebrik ediyorum, bir Urfalı olarak, bir Urfalı
karaktere tabii ki hayran kalacaktım :) İlk geldiğindeki Urfa ağzı ve yıllar
sonraki ağzı arasındaki fark da çok iyi belirtilmişti.
Şurada Yedi Güzel Adam'ın arkadaşlığı, birbirlerine verdiği değeri
anlatmama gerek yok. Zaten en çok yeri alanlar bu adamlar.
Ama benim için dizide çok değerli olmuş Sait Zarifoğlu'na, güzel
adamların demesiyle "Sait Baba"ya da değinmem gerekir. Karakterine
değinmem... Karakterine dedimse de kişiliğine, oyunculuğuna değil. Gerçi
karakterine can veren de oyunculuğu ama neyse. Fatih Murat Teke canlandırıyor,
Sait Baba'yı. Sesine, hâline, tavrına, hissine hayran kaldığım, "Keşke
daha çok yeri olsa." diye düşündüğüm birisi. O kadar güzel yansıtmış ki
karakterini. Alıp bir kahve ısmarlayacaksın ve diyeyeceksin ki "Konuş
babacım, ruhumuz dinlensin." Diyorum, sesi bile insanın ruhunu
dinlendirmesine yeter. Zerafeti tabii zaten, ortada. Soyadını üzerinde taşıyor
bu zarif kardeşler.
Düşünsenize, o yıllardasınız. Nuri Pakdil'in başyazarı olduğu
Edebiyat dergisi çıkıyor. Siz ona mektup yazıyorsunuz ve cevabı veren Cahit
Zarifoğlu. Arıyorsunuz, açan kişi diyor ki "Edebiyat dergisinden Cahit
Zarifoğlu / Nuri Pakdil / Erdem Bayazıt / Rasim Özdenören / Aleâddin
Özdenören..."
Hey güzel günler, ey değerli insanlar...
Dizide tabii ki çok güzel sahneler vardı. Birçok güzel sahnesi
vardı. Her karakterin saklanacak sahnesi vardı. Tabii ki yine birini birine
üstün tutamam ama beni en çok şaşırtan, gülümseten, ne muhteşem bir fikirmiş,
dedirten sahne Cevat'ın Biat okuduğu sahnede okurun sesinin, tonlamasının değil
de yazarının sesinin, tonlamasının kullanılmasıydı. Sırf bu sahne, insana bir
roman yazdırabilecek bir sahne, diye düşündüm. Yazarım bir gün, benden önce
kullanmayın da :) Gerçi kullanan da kullanmış ama neyse :)
Lisede, Mavera dergisinin binasına gelip giden felsefe öğretmenim
ile bir teneffüs arasında bunları konuşmuştuk. On dakikaydı ama unutulmayacak
bir on dakikaydı. Onları gören ve yaşayan, Necip Fazıl'ın Yedi Güzel Adam'a
küstüğü zamanlarda atılan dergileri sokaklardan, kaldırımlardan tek tek toplayan
ve onları hassasiyetle saklayan birinden bir hatıra olarak dinlemek, bir
edebiyat sevdalısı olarak benim için, en güzel anlardı. Sanıyorum, gidip bir
daha bulmam gerekecek öyle bir anı.
Arkadaşımın ablası Nuri Pakdil'in yanına gittiğinde Nuri Pakdil, okuduğu bölümleri sormuş. İslamî İlimler, Türk Dili ve Edebiyatı gibi cevaplar alınca "Ben hukuk okudum. Siz buraları niye geçiyorsunuz? Oysa bizim bu alanlara da ihtiyacımız var." demiş. Diziyi izleyince son bölümlere doğru Nuri Pakdil'in avukatlık kimliğini kullanması, anayasa maddesini bilerek cevap vermesi; Erdem'in de amire kanunlara göre yasaklı kitapları alamayacağını söylemesi Nuri Pakdil'in sözünü neden söylediğini gösterdi. Nuri Pakdil, öyle devrimci ağzıyla amire karşı konuştuğunda dedim "Kalk, hukuk okuyoruz, hadi!"
Dizide mutlu olmayı hak eden ama olamayanlar arasında en çok
üzüldüğüm Zehra'nın ablası Hatice ve kirpimiz Süleyman'dı. Gerçi taa dört yıl
önce öğrenmiştim Süleyman'a olacakları ama insan bilse de görünce içi acıyor.
Hatice'nin feryatlarından başlıyoruz ağlamaya, son bölümün son dakikasına kadar
sürüyor zaten ağlamamız. Son üç bölüm, yanında peçete olmadan izlenebilecek
bölümler değil.
Ataol Behramoğlu, salgın yasakları için "Biz 60 kuşağının
gençleriyiz, bize bir şey olmaz." demişti. Gülmüştüm o zaman bu sözüne.
Diziyi bitirince, insan hak vermiyor değil. Çıktığı o kaos ortamında
gördükleri, yazdıkları, hissettikleri hepsinin, muhakkak bugünle kıyaslanamaz.
Dizi bittiğinde bir boşluğa düşüyorsunuz. Ve soruyorsunuz
"Biz niye yaşıyoruz? Yaşama amacımız ne?" diye.
Böyle savaşın, kavganın, kaosun içinde kalmış dönem dizileri
insanı çok yaralıyor. Güzel bir şey olsun, bir umut ışığı olsun ve sevdiğimiz
bu iyi insanlar buradan bir şekilde kurtulsun, diyor insan ama dönemin
şartlarının buna ne derece izin verdiğini de biliyor tabii.
Yedi Güzel Adam izlerken bana Mr. Sunshine'ı hatırlattı. Gerçi
bizimki 2014-2015, Mr. Sunshine 2016. Ama ben bizimkini biraz geç izledim,
ondan önceki sonrakini hatırlatıyor. Mr. Sunshine'ın son bölümleri de devrin o
yıllarına (1900lü yılların başlarında Joseon Krallığı) bir ışık tutuyor. Vay
be, insanlar, iyi bildiğimiz insanlar neler yapmış, diyoruz. Yedi Güzel Adam'da
da bu koku vardı. Ne yazık ki bizim düşmanımız bizi bize kırdırdı.
"Ölümler,
ölümlere ulanmakta ustadır." diyor İsmet Özel.
İki diziyi de izlerken bu hisse kapıldım. Ölümler, ölümler ve yine
ölümler.
Diyemeyiz ki, bu kadar ölüm yeter, insanlara biraz umut verin,
diye. Biliyoruz çünkü, ölümlerin ölümlere ulandığı bir devir o dönemler.
Soruyor insan, bunca olan şeyden sonra, kim neyi kazandı?
Sonda Tom'un dediği işte... "Bizim Çocuklar Kazandı!"
Ve son söz… Bize değil de Erdem Bayazıt’a düşüyor bunu söylemek:
https://www.youtube.com/watch?v=kFjcneDaLJU
Türkiye’nin gönlünde yıllarca kaybolmayacak bir yara Maraş
Olayları. Evet, gönlünde yer alacak. Çünkü Zehra’nın dediği gibi: “Haklısın,
unutacağız. En kolay yolu bu çünkü: unutmak. Bu vatanı beraber koruduğumuzu,
beraber kurduğumuzu unuttuğumuz gibi, bunu da unutacağız.”
Unutmak aklın işidir, gönül hisleri asla unutmaz.
Umarım ki bayım, bu dumanlar bir daha görünmez vatan üstünde!
Çünkü büyümez çuha çiçekleri, duman kaplı gökler varken yeryüzünde.
...sltnmirai...
Türkiye de Yedi Güzel Adam dizinisini anlatan en iyi yazı diyebilirim. Yedi Güzel Adam'da da olduğu gibi kimimizin hayatı boyunca beraber yoldaş olacağı dostluklar lise de karşısına çıkıyor. Bu dostlukların daim olması dileğiyle...
YanıtlaSilLisedeki dostluklar, yâri alsa koynuna, gereğini bellediği için ayırmaz onu yanından🌹
SilÇok güzel anlatmışsın, ilgiyle okudum. Diziyi hiç baştan sona izlemedim, ara ara bakmıştım ama etkileyiciydi bayağı. İnsan olanlara üzülüyor doğal olarak.
YanıtlaSilİlginiz için çok teşekkür ederim.🌿
SilBen de uzun bir aradan sonra devam edebildim yarısından. Bitince insanın içinde yoğun bir duygu birikiyor. "Kalk, yaz!" dedim. Yazmasam olmayacaktı.
Umarım bir daha böyle şeyler yaşanmaz bu güzel topraklarda.🕊️
En az dizinin kendisi kadar güzel bir yazı olmuş. Böyle bir diziyi ancak bir edebiyatçı bu kadar güzel değerlendirebilirdi. Artık “Yedi Güzel Adam” dizisi bu değerlendirmeden bağımsız izlenmemli bence :)
YanıtlaSilGörür gözleri başkasını, kendisi gibi şair ve teveccüh eder, tebessüm ettirir :)
Sileveet en sevdiğim dizilerdeeen, bir de zarifoğlunun kendisini de şiirlerini de pek severim :)
YanıtlaSilKim sevmez ki kendi labirenti içinde bizleri kendinde kaybettiren bir şairi :) Teşekkürler, ilginiz için.
SilTürk televizyonlarında yapılmış en hayırlı dizilerden biri.. Dizi denilince; ağa, töre, holding patronu, entrika, belaltı-cıvık komedi, Nişantaşı ve muhtelif mekanların alakasız yaşantısı çemberinde dönüp dolaşan camianın dışında, güzel bir dizi "7 Güzel Adam" dizisi.
YanıtlaSilTarihe tanıklığı açısından da gerçekten çok iyi yansıtılmış sahnelerle dolu olan bir dizi. Türk dizileri arasında muhtevası açısından derin bir kaliteye sahip, çok değerli bir dizi, bence. Gerçekten dediğiniz gibi "hayırlı" bu yönüyle. İlginiz için teşekkür ederim.
Sil