İçeriği Paylaş!

Öykü: Tezkere ve Kar

Sevda Özbay

TEZKERE VE KAR




  Doksan dördün Şubat'ı… Bolu Dağı, eteklerine kar toplamış. Yollarında ise yolcular perişan… Öyle ki tünel açacaklarmış, geçen sene temelini atmışlar. Dağ, delecek kadar zorluyor insanı. Dağ yolu zaten uzun, bir de kış eklenince insanı iyice çileden çıkarıyor yolculuk. Tekirdağ’dan  kalkmış bir otobüs de bu yola katlananlardan… Gerçi yola çıkarken güzelim sahil kentinde hava böyle değildi. Ne olduysa yolda oldu. Yolda bastırıverdi kar. Ya da onlar, kara basıverdi.

  Yolculardan kimi uyuyor kimi de acelesi varmış gibi sağa sola koşturan ya da gökten yere inmeyi hazmedemeyip kendini arabaların önüne savuran kar tanelerini izliyordu. Bu manzara kaçar mıydı ya! Hele ılıman beldelerden kopup da bu denli yağışı görenler gözlerini bir an bile ayıramıyordu. Zaten şu halde yapmak için çok da seçenek yoktu.

  Yolculardan İbrahim –ki kendisi Siverekliydi- her ne kadar alışkın olsa da bir süre dışarıyı seyretti. Şimdi memleketi de böyle karlar altındaydı. Galiba varınca yiyeceği ilk şey kar ile pekmezin fevkalade birleşimi olacaktı. Bu düşünce aklının uzak bir köşesinden geçmiyor değildi ancak aklını ve kalbini asıl meşgul eden oğluydu. On ay ve beş gün önce dünyasını şereflendiren oğlu… Enes adını vermişti babası. Enes, Peygamber’in hizmetkârıymış, torunu da Peygamber’e hizmet etsin diye o adı alsın istemiş dedesi. İbrahim de babasını reddedecek  değil ya, emir saymış. Bu yolun sonunda ilk kez oğlunu görecek, daha hiç görmemiş.

  Altı saattir yoldalar. Normalde daha kısa sürer ya, kar işi zorlaştırıyor… İbrahim sabırsız; memlekete varacak; oğlunu, anasını, babasını, kardeşlerini ve hanımını görecek. Kendi bir buçuk yıldır askerde ama gencecik hanımı da yalnız, onu bekliyor. O yokken çocuğunu doğurmuş. İkisinin de özlemi büyük. İbrahim hiç izin kullanmadı. Güç olsun da geç olmasın diye değil elbet. Kan davası var köyde; büyük kavga, küçük savaş… Babası gelme dedi köye. Oğlu doğdu gene gidemedi. Asker ocağı daha güvenilirmiş. Memleket daha güvensiz, memleket tehlikeli!..

  İbrahim biraz da tedirgin; akrabadan ölen var çünkü. Neyse ki ailesinden kimseye bir şey olmamış. Babası onun  da başına bir şey gelmesin diye izin kullandırmamış zaten: Otogardan köye gelene kadar neler neler gelebilirmiş başına… Şimdi de amcaoğulları karşılayacak onu. Güçlü kalıplı adamlar. İnşallah çok bekletmem, diye düşünüyor İbrahim. Çünkü otobüs çok yavaş ilerliyor. İnip yürüse daha hızlı gidecek sanki.

  Antep’te mola veriyorlar. İbrahim çorba içmek için iniyor. Otura otura ayakları şişmiş, açılsın diye geziniyor biraz. Bu sırada ters yönden başka bir otobüs geliyor. Yolcular konuşkan, asık suratlı. Şoför berikine soruyor, neden döndünüz, diye. Yollar kapanmış, dönmüşler… Ona göre iki gün açılmaz. Bizim yolcuları da bir endişe kaplıyor şimdi. En çok da İbrahim’i. Koca askerlik süresinden daha uzun gelecek bu bekleyiş. Kendi de ailesi de sabırsız. Biraz daha bekletecek onları…

  Havanın bu denli bozmasını beklemiyorlarmış. Şoför kendini öyle müdafaa ediyor. Sonra şirketin özrü adına, yemekler bizden, diyor. Yolcular azıcık da olsa tebessüm ediyor.

  Beş altı saat bekliyorlar orada. Sonra haber geliyor, açmışlar yolu. Yolcular da şoförler de seviniyor. Ama bizimkinin sevinci anlatılmaz. Dört saatlik yolları kalmış, gene yavaş gidiyor ya en azından gidiyor.

  Bu sırada hatıra defterini çıkarıyor İbrahim zira oyalanacak bir şeyler bulmalı. Beraber göreve başladığı arkadaşları hala orada. “Kalbi kadar temiz sayfalar ”a yazılanları teker teker okuyor. Zamanı çok nasılsa. Kimileriyle dün son kez görüştü kimileri aynı diyardan ya da aynı meslekten. Belki birlikte iş bile yapacaklar. Hatta ortaklık planları yapmadılar değil.

  Urfa’yı çoktan geçtiler bu arada. Yolcu sayısı epey azalmış. Siverek Otogarı yaklaşıyor. Heyecandan terlerdi de hava buz gibi, otobüsün içindeyken bile fırsat vermiyor. Tek iyi yanı da bu zaten; yepyeni kıyafetler giymiş, temiz kalsın istiyor. İnşallah köyde kar erimemiştir de yerler çamur değildir. Ne zaman sonra ailesinin karşısına çıkacak, güzel görünmeli değil mi ya!

  Otogarda amca oğulları yok. İhtimal bekleyip otobüs gelmeyince dönmüşler. Telefonu olsaydı haber verirdi. Boşuna beklettiği için kendisini suçluyor ama arayıp bulsa da mola yerinde telefon çekmiyormuş, n’apsın… Köye yakın yoldan geçen dolmuşu buluyor. Bir saat de bu sürecek ama el mahkum bekleyecek. Bunca yolu gelmiş buna da katlanacak elbet…

   İbrahim biraz tedirgin… Hem geç kalmış, ailesi çoktan telaşlanmıştır. Hem de başına bir iş gelmeden evine dönmek istiyor. Heyecanını  dillendirmeye gerek yok…

  Köyün yukarısında iniyor. Yollar çamur değil aksine kar yağmaya devam ediyor. Bu soğukta kimse dışarı çıkmaz zaten. Şanslı addediyor kendini.

  Nihayet köyüne varıyor. Yorgun, heyecanlı, sabırsız… Ama nedense köyde bir telaş. Bir de “İbrahim döndü!” koşturmacası ekleniyor buna.

  Dayısının yeğeni karşılıyor onu:
- Hoş geldin abi. Sen iyi misin? Diyerek.
- Hoş bulduk. Ben iyiyim de ne bu telaş, ne oldu? Diye soruyor hemen. Öteki: 
- Resul’ü öldürmüşler otogarda. Diyor. Seni karşılamaya gitmişlerdi. Sen gelmeyince onu vurmuşlar.

  Duyunca donakalıyor İbrahim. Ama buna sebep kar değil... Kar kendi halinde… Kar yağmaya devam ediyor…

  

Yorumlar

  1. Ellerinize sağlık yazar hanım. Dokunaklı olmasıyla, kasvetli tasvirleriyle, toplumda yaşanmış olabileceği haliyle bana Aytmatov hikayelerini anımsattı. Devamını dört gözle bekliyorum...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim. Her ne kadar layık olmasam da Aytmatov ismini anarak beni çok mutlu ettiniz🌸

      Sil

Yorum Gönder

Ee okudun o kadar, sen ne diyosun :)

Emojiyle tepki ver!

Popüler Yayınlar