İçeriği Paylaş!

Osmanlı İmparatorluğu'nda Anayasal Hareketler

 Osmanlı İmparatorluğu'nda Anayasal Hareketler

Sevda ÖZBAY

Anayasal hareket dendiğinde Batı dışı toplumların modernleşme serüveninden bahsedilir. Osmanlı İmparatorluğu’nun da son dönemlerinde, Batı’da ortaya çıkan yeni düzende var olabilmek için yenilikçi hareketler görülmüştür. Kabaca III. Selim Döneminde başlayan bu yeniliklerde, padişahın yetkisini kısıtladığı için Magna Carta’ya benzetilen Sened-i İttifak (1808), ilk anayasal belgemizdir. Sonrasında yenilikterin bir ferman olarak kalıcı hale geldiği ilk durum Tanzimat Ferman’ıdır (1839). Bu doğrultuda daha sonra Islahat Fermanı (1856) da ilan edilmiştir. Bu üç önemli belge şekli anlamda anayasa olmasa da maddi anlamda anayasa olarak kabul edilmektedir (Nohutçu, 2018). Bu aşamalardan sonra nihayet 1876’ya gelindiğinde ilk anayasamızla karşılaşırız: Kanuni Esasi.

Merkezi idarenin zayıfladığı bir mutlak monarşi olan Osmanlı ile palazlanan yerel güçler olarak ayanların sözleşmesidir Sened-i İttifak. Buna göre iki tarafa da kazanımları olmuştur. Bunun yanında, asayişin saplanması, vergilerin azaltılması gibi, halkın genel yararına olan maddeleri de vardır. Burada padişahın idaresi pekiştirilmekle birlikte ayanlarla da iktidarı paylaşılmıştır. Söz gelimi, padişah ve devletin emirlerine herkes boyun eğmelidir ancak büyük ayanların yönetim ve etki alanları korunmuştur (Nohutçu, 2018). Mutlak monarşi açısından bakıldığında olumsuz ancak günü kurtarmak için gerekli bir belgedir. Bugünkü demokrasi değerlerimizde baktığımızda ise halka ve burjuva sınıfına yakın tutabileceğimiz ayanlara tanınan haklar, sivil toplumun inşasında olumlu gelişimlerdir.

Bu belgede, her ne kadar anayasaya özgü maddeler olsa da, bu kararların uygulanmaması halinde yaptırım öngörülmemiştir. Bu nedenle merkezi idare gücünü tekrar kazandığında senet uygulamadan kaldırılmıştır.

Fermanlara baktığımızda, Sultan Abdülmecid döneminde, 17 sene arayla ilan edilen bu iki fermandan ilki, Mısır Sorunu sonrasında Koca Mustafa Reşit Paşa tarafından; ikincisi, Kırım Savaşı sonrası Ali Paşa tarafından ilan edilmiştir. Sened-i İttifak bir sözleşme olmakla birlikte fermanlar padişah buyruğudur, tek taraflıdır. Tanzimat Fermanı, 3 Kasım 1839'da ilan edildiğinde Sultan Abdülmecid tahta henüz oturmuştu. Bu nedenle fermanın düzenlenmesi Koca Mustafa Reşit Paşa tarafından gerçekleştirilmiş ve onaya sunulmuştur.

    Fermanın bu tarihte ilanı, Mısır meselesinde Batılı devletlerin desteğini almak amacıyla olup da Islahat Fermanı’nın bizce en büyük farkı, düzenlenmesinde Osmanlı devlet adamlarının yanında Batılı Devletlerin de yer alması olmuştur. Zira bu ferman Kırım Savaşı’ndan sonra imzalanan Paris Barış Antlaşması’nın bir parçasıdır ve batılı devletlerin baskısı apaçık karşımızdadır. Bu açıdan Tanzimat bizim kontrolümüzde olan bir süreçtir. Islahat Fermanı’nda, Batılı Devletler özellikle azınlıklara ayrıcalıklar tanımamıza sebep olmuşlardır. Verilen imtiyazlar daha sonra azınlıkların ayrılıkçı isteklerini ve bunu gerçekleştirme oranını arttıracaktır.  Barış antlaşmasının en önemli sonuçlarından biri Osmanlı’nın artık bir Avrupa devleti sayılmasıdır.  Yani, bu ferman, bizim Avrupa’ya giriş biletimiz olarak görülüp, bedeli de baskılar sonucu kabul ettiğimiz maddeler olarak ele alınabilir. Tanzimat fermanı daha çok, Osmanlı tebaasının can, mal, namus güvenliği; adalet ve askeri konularla ilgiliyken bahsettiğimiz nedenle Islahat fermanı daha çok azınlık hakları ile ilgilidir. Her ne kadar ayrı bir ferman olup antlaşmaya sonradan dahil edilse de Islahat Fermanı’nın Tanzimat’tan farklı olarak, bir barış antlaşması imzalarkenki özgürlük havasında hazırlandığını, dolayısıyla maddelerinin görece sorunlu olduğunu söyleyebiliriz.  

    Tanzimat Fermanı’nda, süregelen azınlık isyanlarını bitirmek amacıyla, ilk defa Osmanlıcılık fikrini görürüz. Bu fikrin gelişmesinde temel etken Fransız Devrimi ve bunun tetiklediği 1830 İhtilalleridir. Bu karışıklıklar Avrupa’da milliyetçilik fikrinin yayılması nedeniyle çıkmıştır ve tabii olarak Osmanlı’daki azınlıklara da sirayet etmiştir. Fermanda, Osmanlı tebaası olan bütün milletler eşit olarak görülmüştür. Islahat’ta da bu fikir devam eder, millet sistemi kaldırılır ancak gayri Müslimlere daha fazla haklar verilir. Islahat’taki milliyetçilikle ilişkili maddelerde diğer ihtilallere ek olarak 1848 İhtilalleri’nin de etkisi vardır. Her ne kadar Tanzimat’ta da halkın hoşnutsuzluğu görülse de tebaanın bir kesimi için yapılan bu düzenlemeler, özellikle geri kalan çoğunlukta büyük tepkilere sebep olmuştur. Ferman, halkı devlete küstürdüğünden olumlu sonuçlardan ziyade olumsuz sonuçlar doğurmuştur.

    İçeriklerine baktığımızda, Tanzimat Fermanı’nın “Devlet-i Aliyyemizin kuruluşundan beri, yüce Kur’an’ın hükümlerine ve şer’i kanunlara kemaliyle uyulduğundan (Tanzimat Fermanı, 1839) denerek İslam inancı ve yasalarına yaslanarak başlatıldığı görülür. Tanzimat’ta padişahın güvencesi din, ırk fark etmeksizin bütün tebaaya olmasına rağmen halen farklılıkların olduğu aşikardır. Islahat’ta buna benzer bir başlangıç görmememiz, içeriğindeki gayri müslim azınlık ayrıcalıklarına da uygun düşer. Zaten hitap ettikleri kitle, çoğunluğu Müslüman olan bütün tebaa ve sonrasında özellikle gayrimüslim tebaa olarak değişmiştir. Bitiş kısmı gene Islahat’tan farklı olarak Tanzimat’ta Allah’a dua ve hükümlere uymayanlara beddua ile bitirilip Müslümanlar için bağlayıcılığı pekiştirilmiştir.  Öte yandan Osmanlı’nın kazanımlarına sebep olarak, ilk fermanda dini vecibeleri yerine getirmeleri gösterilirken ikinci fermanda “… tahta çıktığım günden beri, bu konuda açığa çıkan padişahlığımın özel çabasının, hamd olsun, pek çok faydalı ürünleri görülmüştür. (Islahat Fermanı, 1856) Denerek son kazanımlarının nedeni padişahın yapıp ettikleri olarak sunulmuştur. Bu değişiklikteki neden, ilk fermanda Sultan Abdülmecid tahta yeni geçtiği ve henüz bir icraatı olmadığı için geriye yaslandığı; ikincisinde ise Tanzimat fermanına devam niteliğinde yenilikler getirileceğinden onun faydalarının anılması olarak görülebilir. Zaten Islahat Fermanı, önceki fermanı güçlendirdikten sonra kendi maddelerine başlar: “…şimdiye kadar kurmaya muvaffak olduğum hayırlı yeni düzenin yeni baştan sağlamlaştırılması ve genişletilmesi … eseri olmak üzere” (Islahat Fermanı, 1856)

    Eşit vatandaşlık kavramı gereği “Vergi eşitliğinin diğer yükümlülüklerin eşitliğini gerektirdiği gibi, hak eşitliğinin dahi görev eşitliğini gerektirdiğinden” (Islahat Fermanı, 1856) şeklinde gerekçelendirilerek azınlıklara verilen hakların yanında birtakım yükümlülükler de getirilmiştir; askerlik hizmeti yahut bedeli gibi. Ancak haklar daha geniş kapsamlıdır.

Tanzimat fermanında, Sened-i İttifak’ta görmediğimiz için sonunu getiren bağlayıcılık öğesini görürüz. Bu fermanla birlikte yasalar, yasa koyucusunu da bağlayacaktı. Padişah, kararların uygulaması yönünde yemin etmiş olsa da aksi takdirde denetleyecek bir kurum getirilmemiştir. Devlet yönetimi bakımından diğer öneli noktalar devlet harcamalarının denetlenmesi ve din farkı gözetmeksizin devletin bütün tebaaya eşit davranmak zorunda tutulmasıdır. Bundan sonra yasalar Meclis-i Ahkam-ı Adliye ismi verilen kurulda çıkarılacaktır ki bu, yasama organının kökenleri burada aranmaktadır. Öncekinden otuz bir sene sonra daha güçlü gelen bu kararlar merkezi idareyi olabildiğince kısıtlamıştır. Hak ve özgürlükler alanında da, yukarıda değinildiği üzere daha fazla adımlar atılmıştır. Bu özelliğiyle, her ne kadar sistematik olmasa da tarihimizdeki ilk “Haklar Beyannamesi” olarak kabul görür. Islahat Fermanı da bu haklara gayr-ı müslimler yararına yeni ilaveler getirmiştir.

Anayasal belgeleri inceledikten sonra nihayet, tarihimizin ilk anayasasına geçebiliriz. Fransa, Polonya, Belçika ve Prusya anayasalarından esinlenerek hazırlanan ve 19 bölüm, 119 maddeden oluşan Kanun-i Esasi. Anayasanın kabulü şartına bağlanarak tahta geçirilen Sultan II. Abdülhamit tarafından, 23 Aralık 1876’da onaylanmış ve ilan edilmiştir. Böylece yüzyıllardır mutlak monarşi olan Osmanlı Devleti, anayasa tarafından sınırlandırılmış monarşiye yani meşruti monarşiye geçmiştir. Esasen hedeflenen bu olsa da gerçekleşmesinde pek başarılı olunamamıştır, örneğin padişah meclisi kapatıp meşrutiyeti sona erdirebilmiştir.

Anayasanın içeriğine baktığımızda ilk madde devletin bölünmez bütünlüğünü dile getirir. 3. Ve 4. Maddeler devlet yöneticisini padişah olarak kabul etmiştir. Sadece bu maddeye bakıldığında yönetim şekli monarşidir. Zira padişah sorumsuz ve kutsaldır da.

Devletin dini İslam’dır maddesine ek olarak şeyhülislamın kabinede yer alması, şeriye mahkemelerinin varlığı, padişahın halifeliği, yasaların dini emirlerle çelişmemesi gibi maddelerle teokratik Osmanlı Devleti’nin özelliklerini görürüz. Ayrıca devletin resmi dilinin Türkçe olduğu, ilk olarak burada karşımıza çıkar. Bu madde Cumhuriyet anayasalarımızda da sürekli olarak bulunacaktır.

Devletin organlarına baktığımızda Yasama organı: Heyet-i Ayan ve Heyet-i Mebusan’dan oluşan çift meclisli Meclis-i Umumi’dir. Bu arada çift meclis üniter devlet veya meşruti monarşi için gerekli değildir, zorunlu olduğu devlet modeli federal sistemdir (Nohutçu, 2018). Genel meclisin maksimum üçte birini oluşturan birinci kısım padişah tarafından atanmaktadır. Mebusan Meclisi üyeleri ise her dört yılda bir yapılacak seçimlerle belirlenir. Aday sayısında ölçü, her elli bin erkek için bir aday olmak üzere belirlenmiştir. Her ne kadar sadece erkek nüfus sayısına göre belirlenmiş olsa da ilk defa milletin temsili karşımıza çıkar. Bu temsil, sonraki anayasalarımızda da görülecektir. Mebusan Meclisi vesilesiyle ilk defa mebus seçim şartları, mebusların dokunulmazlığı ve yemini düzenlenmiştir. Seçim sistemi iki dereceli ve basit çoğunluk sistemidir. İki dereceli seçim sistemi, tek dereceli seçimlerin yapıldığı 1946 yılına kadar Cumhuriyet Dönemi’nde de uygulanmıştır. Seçimlerde partiler yoktur, adaylar bağımsızdır. O dönemde kadınların seçme ve seçilme hakkı olmadığından mecliste kadından, ve seçimde genel oy ilkesinden söz edemiyoruz. Zaten bu hak, milletvekilliği seçimleri için Cumhuriyet Döneminde de anca 1934 yılında getirilmişti. Oylamada gizli oy esası benimsenmişti. Tersine bir gelişme olarak Cumhuriyet’te 1950 yılına kadar açık oy-gizli sayım esası benimsenmişti. Bu bakımdan daha eski olan anayasanın daha ileri olduğunu söyleyebiliriz.

Meclisler her ne kadar yasa yapıcı olsalar da yalnızca kendi görev alanındaki konularda teklif verebilmekteydiler. Buna karşın padişaha bağlı ola Heyet-i Vükelâ yani Bakanlar kurulu, her konuda yasa teklifi verebiliyordu. Teklif önce padişaha gider görüşme izni alır, mecliste görüşüldükten sonra onay için tekrar padişaha giderdi. Ancak padişahın mutlak veto hakkı da bulunmaktaydı.

Yürütme organına baktığımızda padişahın yanında hükumeti de görüyoruz. Bu iki başlılık ilk defa karşımıza çıkmaktadır. Padişah, yürütme organının başı, hatta kendisi olmakla sorumsuz ve kutsaldır, geniş yetkileri vardır.  Örneğin meclisin toplanmasına, tatiline, feshine karar verebilir; meşhur 113. Maddeye göre emniyeti ihlal eden kişileri sürgüne yollayabilir. Yürütmenin öteki tarafı Heyet-i Vükela üyeleri padişah tarafından belirlenir, gerektiğined azledilir. Heyette sadrazam, bakanlar ve Şeyhülislam yer alır. Burada padişahın izniyle iç dış meseleler ele alınır ve kararları padişah onaylar. Hükumet, günümüzün aksine meclise değil, padişaha karşı sorumludur. Bu nedenle güven oyu veya gensoru gibi uygulamalar yoktur ancak çok sınırlı olarak, padişah onaylarsa bir bakanı meclis soruşturmasının o günkü hali Divan-ı Ali’ye verebilir.

Yargı, ayrı bir organ olarak ele alınmamış olsa da, Kemal Gözler, anayasadaki yargısal hükümlerin dönemin Batı Avrupa anayasaları hükümleriyle boy ölçüşebilir nitelikte olduğunu söyler (Gözler, 2007). Mahkemeler Şeriye ve Nizamiye olarak iki türde düzenlenmiştir. Mahkemelerin bağımsızlığı, kanuni hakim güvencesi, hak arama özgürlüğü, yargılamanın aleniliği, mahkemenin görev alanına giren davaya bakmaktan kaçınamayacağı gibi yargı alanında temel ilkeler ilk kez anayasamıza girmiştir (İlk anayasamız olduğundan önceki anayasal belgelerde bunlara değinilmediği kastedilmiştir).

Hak ve özgürlüklere baktığımızda anayasa ile pek çok hakkın güvenceye alındığını söyleyebiliriz. Ancak 113. Maddenin uygulanmasının, hak ve özgürlüklere gölge düşürmesi üzerine eleştiriler vardır (Nohutçu, 2018). Ayrıca burada düşünce, ifade ve vicdan özgürlüğü yoktur.

Özetlersek, Kanun-i Esasi, halkın seçtiği bir meclisi öngörüp padişahı tek güç olmaktan çıkarmasına rağmen padişahın geniş yetkiler vermesi, meclisi görece güçsüz bırakması, kuvvetler ayrılığını sağlayamaması gibi nedenlerle gerçek bir meşrutiyet idaresi kuramamıştır. Meclis de 1978’de tatile girmiş ve İttihat ve Terakki’nin kurulduğu gün olan 23 Temmuz 1908’de tekrar toplanmış, anayasa tekrardan yürürlüğe girmiştir. Bu dönemde siyasi partileri ilk defa görmekteyiz. Yapılan seçimlerde İTC, Osmanlı Ahrar Fırkası’yla girdiği yarışı kazanmıştır. Bu dönemde 31 Mart Vakası’na Hareket Ordusu’nun müdahalesi ile birlikte ilk defa silahlı kuvvetlerin siyasi iktidara doğrudan müdahalesiyle karşılaşmaktayız. Maalesef ordunun siyasete müdahalesi, Cumhuriyet Dönemi’ne de miras kalacaktır. Öte yandan, ayaklanmanın ardından meclis Sultan Abdülhamit’i tahttan indirmiştir. Meclisin padişahı aştığı bu olayla başlayan yeni dönem, monarşiyi gerçekten sınırlandırmak isteyen 1909 Anayasa değişiklikleri ile meşrutiyete geçmiş ve parlamenter hükumet sistemini kurmuştur.  Bununla birlikte, Mondros Mütarekesi’nden sonra İTC önderleri ülkeyi terk etmiş, Aralık 1918’de meclis yeniden feshedilmiştir. Ulusal kurtuluş hareketinin ısrarıyla bu meclis 1920’de son defa toplanmış, Misak-ı Milli kararlarını almış ve İstanbul’un İşgali sonrasında son defa feshedilmiştir. Böylece Meşrutiyet Dönemi de sona ermiştir.

 23 Nisan 1920’de Ankara’da açılan kurucu mecliste yeni üyelerle beraber bu son Mebusan Meclisi’nin üyeleri de yer almıştır. Bir yıl sonra Cumhuriyet’in ilk anayasası, Teşkilat-ı Esasi ilan edilecektir.


Başvurular

Islahat Fermanı. (1856).

Tanzimat Fermanı . (1839).

Nohutçu, P. D. (2018). Anayasa Hukuku. Ankara: Savaş Yayınevi.

 

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Ee okudun o kadar, sen ne diyosun :)

Emojiyle tepki ver!

Popüler Yayınlar