Osmanlı İmparatorluğu'nda Anayasal Hareketler
Osmanlı İmparatorluğu'nda Anayasal Hareketler
Sevda ÖZBAY
Anayasal hareket dendiğinde Batı dışı toplumların modernleşme serüveninden
bahsedilir. Osmanlı İmparatorluğu’nun da son dönemlerinde, Batı’da ortaya çıkan
yeni düzende var olabilmek için yenilikçi hareketler görülmüştür. Kabaca III.
Selim Döneminde başlayan bu yeniliklerde, padişahın yetkisini kısıtladığı için
Magna Carta’ya benzetilen Sened-i İttifak (1808), ilk anayasal belgemizdir.
Sonrasında yenilikterin bir ferman olarak kalıcı hale geldiği ilk durum
Tanzimat Ferman’ıdır (1839). Bu doğrultuda daha sonra Islahat Fermanı (1856) da
ilan edilmiştir. Bu üç önemli belge şekli anlamda anayasa olmasa da maddi
anlamda anayasa olarak kabul edilmektedir
Merkezi idarenin zayıfladığı bir mutlak monarşi olan Osmanlı ile
palazlanan yerel güçler olarak ayanların sözleşmesidir Sened-i İttifak. Buna
göre iki tarafa da kazanımları olmuştur. Bunun yanında, asayişin saplanması,
vergilerin azaltılması gibi, halkın genel yararına olan maddeleri de vardır.
Burada padişahın idaresi pekiştirilmekle birlikte ayanlarla da iktidarı
paylaşılmıştır. Söz gelimi, padişah ve devletin emirlerine herkes boyun
eğmelidir ancak büyük ayanların yönetim ve etki alanları korunmuştur
Bu belgede, her ne kadar anayasaya özgü maddeler olsa da, bu
kararların uygulanmaması halinde yaptırım öngörülmemiştir. Bu nedenle merkezi
idare gücünü tekrar kazandığında senet uygulamadan kaldırılmıştır.
Fermanlara baktığımızda, Sultan Abdülmecid döneminde, 17 sene
arayla ilan edilen bu iki fermandan ilki, Mısır Sorunu sonrasında Koca Mustafa
Reşit Paşa tarafından; ikincisi, Kırım Savaşı sonrası Ali Paşa tarafından ilan
edilmiştir. Sened-i İttifak bir sözleşme olmakla birlikte fermanlar padişah buyruğudur,
tek taraflıdır. Tanzimat Fermanı, 3 Kasım 1839'da ilan edildiğinde Sultan
Abdülmecid tahta henüz oturmuştu. Bu nedenle fermanın düzenlenmesi Koca Mustafa
Reşit Paşa tarafından gerçekleştirilmiş ve onaya sunulmuştur.
Fermanın bu tarihte ilanı, Mısır meselesinde
Batılı devletlerin desteğini almak amacıyla olup da Islahat Fermanı’nın bizce
en büyük farkı, düzenlenmesinde Osmanlı devlet adamlarının yanında Batılı
Devletlerin de yer alması olmuştur. Zira bu ferman Kırım Savaşı’ndan sonra
imzalanan Paris Barış Antlaşması’nın bir parçasıdır ve batılı devletlerin
baskısı apaçık karşımızdadır. Bu açıdan Tanzimat bizim kontrolümüzde olan bir
süreçtir. Islahat Fermanı’nda, Batılı Devletler özellikle azınlıklara
ayrıcalıklar tanımamıza sebep olmuşlardır. Verilen imtiyazlar daha sonra
azınlıkların ayrılıkçı isteklerini ve bunu gerçekleştirme oranını
arttıracaktır. Barış antlaşmasının en önemli sonuçlarından biri
Osmanlı’nın artık bir Avrupa devleti sayılmasıdır. Yani, bu ferman, bizim
Avrupa’ya giriş biletimiz olarak görülüp, bedeli de baskılar sonucu kabul
ettiğimiz maddeler olarak ele alınabilir. Tanzimat fermanı daha çok, Osmanlı
tebaasının can, mal, namus güvenliği; adalet ve askeri konularla ilgiliyken
bahsettiğimiz nedenle Islahat fermanı daha çok azınlık hakları ile ilgilidir.
Her ne kadar ayrı bir ferman olup antlaşmaya sonradan dahil edilse de Islahat
Fermanı’nın Tanzimat’tan farklı olarak, bir barış antlaşması imzalarkenki
özgürlük havasında hazırlandığını, dolayısıyla maddelerinin görece sorunlu olduğunu
söyleyebiliriz.
Tanzimat Fermanı’nda, süregelen azınlık
isyanlarını bitirmek amacıyla, ilk defa Osmanlıcılık fikrini görürüz. Bu fikrin
gelişmesinde temel etken Fransız Devrimi ve bunun tetiklediği 1830
İhtilalleridir. Bu karışıklıklar Avrupa’da milliyetçilik fikrinin yayılması
nedeniyle çıkmıştır ve tabii olarak Osmanlı’daki azınlıklara da sirayet
etmiştir. Fermanda, Osmanlı tebaası olan bütün milletler eşit olarak
görülmüştür. Islahat’ta da bu fikir devam eder, millet sistemi kaldırılır ancak
gayri Müslimlere daha fazla haklar verilir. Islahat’taki milliyetçilikle
ilişkili maddelerde diğer ihtilallere ek olarak 1848 İhtilalleri’nin de etkisi
vardır. Her ne kadar Tanzimat’ta da halkın hoşnutsuzluğu görülse de tebaanın
bir kesimi için yapılan bu düzenlemeler, özellikle geri kalan çoğunlukta büyük
tepkilere sebep olmuştur. Ferman, halkı devlete küstürdüğünden olumlu
sonuçlardan ziyade olumsuz sonuçlar doğurmuştur.
İçeriklerine baktığımızda, Tanzimat
Fermanı’nın “Devlet-i Aliyyemizin kuruluşundan beri, yüce Kur’an’ın
hükümlerine ve şer’i kanunlara kemaliyle uyulduğundan (Tanzimat
Fermanı, 1839) denerek İslam inancı ve yasalarına yaslanarak
başlatıldığı görülür. Tanzimat’ta padişahın güvencesi din, ırk fark etmeksizin
bütün tebaaya olmasına rağmen halen farklılıkların olduğu aşikardır. Islahat’ta
buna benzer bir başlangıç görmememiz, içeriğindeki gayri müslim azınlık
ayrıcalıklarına da uygun düşer. Zaten hitap ettikleri kitle, çoğunluğu Müslüman
olan bütün tebaa ve sonrasında özellikle gayrimüslim tebaa olarak değişmiştir.
Bitiş kısmı gene Islahat’tan farklı olarak Tanzimat’ta Allah’a dua ve hükümlere
uymayanlara beddua ile bitirilip Müslümanlar için bağlayıcılığı
pekiştirilmiştir. Öte yandan Osmanlı’nın kazanımlarına sebep olarak, ilk
fermanda dini vecibeleri yerine getirmeleri gösterilirken ikinci fermanda “…
tahta çıktığım günden beri, bu konuda açığa çıkan padişahlığımın özel
çabasının, hamd olsun, pek çok faydalı ürünleri görülmüştür. (Islahat
Fermanı, 1856) Denerek son kazanımlarının nedeni padişahın yapıp
ettikleri olarak sunulmuştur. Bu değişiklikteki neden, ilk fermanda Sultan
Abdülmecid tahta yeni geçtiği ve henüz bir icraatı olmadığı için geriye
yaslandığı; ikincisinde ise Tanzimat fermanına devam niteliğinde yenilikler
getirileceğinden onun faydalarının anılması olarak görülebilir. Zaten Islahat
Fermanı, önceki fermanı güçlendirdikten sonra kendi maddelerine başlar: “…şimdiye
kadar kurmaya muvaffak olduğum hayırlı yeni düzenin yeni baştan
sağlamlaştırılması ve genişletilmesi … eseri olmak üzere” (Islahat
Fermanı, 1856)
Eşit vatandaşlık kavramı gereği “Vergi
eşitliğinin diğer yükümlülüklerin eşitliğini gerektirdiği gibi, hak eşitliğinin
dahi görev eşitliğini gerektirdiğinden” (Islahat Fermanı, 1856) şeklinde
gerekçelendirilerek azınlıklara verilen hakların yanında birtakım yükümlülükler
de getirilmiştir; askerlik hizmeti yahut bedeli gibi. Ancak haklar daha geniş
kapsamlıdır.
Tanzimat fermanında, Sened-i İttifak’ta görmediğimiz için sonunu
getiren bağlayıcılık öğesini görürüz. Bu fermanla birlikte yasalar, yasa
koyucusunu da bağlayacaktı. Padişah, kararların uygulaması yönünde yemin etmiş
olsa da aksi takdirde denetleyecek bir kurum getirilmemiştir. Devlet yönetimi
bakımından diğer öneli noktalar devlet harcamalarının denetlenmesi ve din farkı
gözetmeksizin devletin bütün tebaaya eşit davranmak zorunda tutulmasıdır.
Bundan sonra yasalar Meclis-i Ahkam-ı Adliye ismi verilen kurulda
çıkarılacaktır ki bu, yasama organının kökenleri burada aranmaktadır.
Öncekinden otuz bir sene sonra daha güçlü gelen bu kararlar merkezi idareyi
olabildiğince kısıtlamıştır. Hak ve özgürlükler alanında da, yukarıda
değinildiği üzere daha fazla adımlar atılmıştır. Bu özelliğiyle, her ne kadar
sistematik olmasa da tarihimizdeki ilk “Haklar Beyannamesi” olarak kabul görür.
Islahat Fermanı da bu haklara gayr-ı müslimler yararına yeni ilaveler
getirmiştir.
Anayasal belgeleri inceledikten sonra nihayet, tarihimizin ilk
anayasasına geçebiliriz. Fransa, Polonya, Belçika ve Prusya anayasalarından
esinlenerek hazırlanan ve 19 bölüm, 119 maddeden oluşan Kanun-i Esasi. Anayasanın
kabulü şartına bağlanarak tahta geçirilen Sultan II. Abdülhamit tarafından, 23
Aralık 1876’da onaylanmış ve ilan edilmiştir. Böylece yüzyıllardır mutlak
monarşi olan Osmanlı Devleti, anayasa tarafından sınırlandırılmış monarşiye
yani meşruti monarşiye geçmiştir. Esasen hedeflenen bu olsa da gerçekleşmesinde
pek başarılı olunamamıştır, örneğin padişah meclisi kapatıp meşrutiyeti sona
erdirebilmiştir.
Anayasanın içeriğine baktığımızda ilk madde devletin bölünmez
bütünlüğünü dile getirir. 3. Ve 4. Maddeler devlet yöneticisini padişah olarak
kabul etmiştir. Sadece bu maddeye bakıldığında yönetim şekli monarşidir. Zira
padişah sorumsuz ve kutsaldır da.
Devletin dini İslam’dır maddesine ek olarak şeyhülislamın kabinede
yer alması, şeriye mahkemelerinin varlığı, padişahın halifeliği, yasaların dini
emirlerle çelişmemesi gibi maddelerle teokratik Osmanlı Devleti’nin
özelliklerini görürüz. Ayrıca devletin resmi dilinin Türkçe olduğu, ilk olarak
burada karşımıza çıkar. Bu madde Cumhuriyet anayasalarımızda da sürekli olarak
bulunacaktır.
Devletin organlarına baktığımızda Yasama organı: Heyet-i Ayan ve
Heyet-i Mebusan’dan oluşan çift meclisli Meclis-i Umumi’dir. Bu arada çift
meclis üniter devlet veya meşruti monarşi için gerekli değildir, zorunlu olduğu
devlet modeli federal sistemdir
Meclisler her ne kadar yasa yapıcı olsalar da yalnızca kendi görev
alanındaki konularda teklif verebilmekteydiler. Buna karşın padişaha bağlı ola
Heyet-i Vükelâ yani Bakanlar kurulu, her konuda yasa teklifi verebiliyordu.
Teklif önce padişaha gider görüşme izni alır, mecliste görüşüldükten sonra onay
için tekrar padişaha giderdi. Ancak padişahın mutlak veto hakkı da
bulunmaktaydı.
Yürütme organına baktığımızda padişahın yanında hükumeti de
görüyoruz. Bu iki başlılık ilk defa karşımıza çıkmaktadır. Padişah, yürütme
organının başı, hatta kendisi olmakla sorumsuz ve kutsaldır, geniş yetkileri
vardır. Örneğin meclisin toplanmasına,
tatiline, feshine karar verebilir; meşhur 113. Maddeye göre emniyeti ihlal eden
kişileri sürgüne yollayabilir. Yürütmenin öteki tarafı Heyet-i Vükela üyeleri
padişah tarafından belirlenir, gerektiğined azledilir. Heyette sadrazam,
bakanlar ve Şeyhülislam yer alır. Burada padişahın izniyle iç dış meseleler ele
alınır ve kararları padişah onaylar. Hükumet, günümüzün aksine meclise değil,
padişaha karşı sorumludur. Bu nedenle güven oyu veya gensoru gibi uygulamalar
yoktur ancak çok sınırlı olarak, padişah onaylarsa bir bakanı meclis
soruşturmasının o günkü hali Divan-ı Ali’ye verebilir.
Yargı, ayrı bir organ olarak ele alınmamış olsa da, Kemal Gözler,
anayasadaki yargısal hükümlerin dönemin Batı Avrupa anayasaları hükümleriyle
boy ölçüşebilir nitelikte olduğunu söyler
Hak ve özgürlüklere baktığımızda anayasa ile pek çok hakkın
güvenceye alındığını söyleyebiliriz. Ancak 113. Maddenin uygulanmasının, hak ve
özgürlüklere gölge düşürmesi üzerine eleştiriler vardır
Özetlersek, Kanun-i Esasi, halkın seçtiği bir meclisi öngörüp
padişahı tek güç olmaktan çıkarmasına rağmen padişahın geniş yetkiler vermesi,
meclisi görece güçsüz bırakması, kuvvetler ayrılığını sağlayamaması gibi
nedenlerle gerçek bir meşrutiyet idaresi kuramamıştır. Meclis de 1978’de tatile
girmiş ve İttihat ve Terakki’nin kurulduğu gün olan 23 Temmuz 1908’de tekrar
toplanmış, anayasa tekrardan yürürlüğe girmiştir. Bu dönemde siyasi partileri
ilk defa görmekteyiz. Yapılan seçimlerde İTC, Osmanlı Ahrar Fırkası’yla girdiği
yarışı kazanmıştır. Bu dönemde 31 Mart Vakası’na Hareket Ordusu’nun müdahalesi
ile birlikte ilk defa silahlı kuvvetlerin siyasi iktidara doğrudan
müdahalesiyle karşılaşmaktayız. Maalesef ordunun siyasete müdahalesi,
Cumhuriyet Dönemi’ne de miras kalacaktır. Öte yandan, ayaklanmanın ardından
meclis Sultan Abdülhamit’i tahttan indirmiştir. Meclisin padişahı aştığı bu
olayla başlayan yeni dönem, monarşiyi gerçekten sınırlandırmak isteyen 1909
Anayasa değişiklikleri ile meşrutiyete geçmiş ve parlamenter hükumet sistemini
kurmuştur. Bununla birlikte, Mondros
Mütarekesi’nden sonra İTC önderleri ülkeyi terk etmiş, Aralık 1918’de meclis
yeniden feshedilmiştir. Ulusal kurtuluş hareketinin ısrarıyla bu meclis 1920’de
son defa toplanmış, Misak-ı Milli kararlarını almış ve İstanbul’un İşgali
sonrasında son defa feshedilmiştir. Böylece Meşrutiyet Dönemi de sona ermiştir.
23 Nisan 1920’de Ankara’da
açılan kurucu mecliste yeni üyelerle beraber bu son Mebusan Meclisi’nin üyeleri
de yer almıştır. Bir yıl sonra Cumhuriyet’in ilk anayasası, Teşkilat-ı Esasi
ilan edilecektir.
Başvurular
Islahat Fermanı. (1856).
Tanzimat Fermanı . (1839).
Nohutçu, P.
D. (2018). Anayasa Hukuku. Ankara: Savaş Yayınevi.
hımm hukuk yine hımm magna cartaa:)
YanıtlaSilEvet Anayasa Hukuku dersi içindi bu :)
Sil