Foucault'da Özne ve İktidar İlişkisi
Giriş
Bu çalışmada, düşünür, sosyal teorist, tarihçi, edebiyat eleştirmeni, antropolog, psikolog ve sosyolog Michel Foucault’nun iktidar ve özne ilişkisi üzerine fikirleri ortaya koyulacaktır. Öncelikle özne kavramı açıklanacak ardından öznenin nasıl kurulduğu ve iktidar tarafından kuşatılan öznenin özgürlük fırsatları değerlendirilecektir.
Özne
Foucault,
Özne ve İktidar’da hedefinin iktidar analiz etmek olmadığını; bunun yerine
insanların, kendi kültürlerinde özneye dönüştürülme kiplerinin bir tarihini
oluşturmak olduğunu söyler.
Özne,
modern zamanlara kadar Aristoteles’in “töz”üne yakın bir anlamda
kullanılmıştır. Modern özne ise her şeyi denetimi altına almak isteyen ve
bilime, rasyonaliteye inançlı bir öznedir. Modernitenin bu kurucu öznesinin
aksine, Foucault’da özne, söylemsel bir inşadır, yani kurulandır. Bu özneyi
kuran ise iktidardır. Ona göre özneler iktidar tarafından şekillenen toplumsal
ilişkiler içerisinde oluşturulmaktadırlar. Ayrıca öznenin kendisi, tarihsel
güçlerin ürünüdür ve farklı şartlar altında farklı biçimde özneler üremektedir.
Foucault’nun
kavrama verdiği anlama baktığımızda bize iki özne sunar: Denetim ve bağımlılık
yoluyla başkalarına tabi olan özne ve vicdan ya da özbilgi yoluyla kendi
kimliğine bağlanmış olan özne. “Sözcüğün her iki anlamı da boyun eğdiren ve
tabi kılan bir iktidar biçimi telkin ediyor.”[1]
Foucault’nun
moderniteye ait olarak gördüğü iktidarın tanımı, davranışları ve davranışların
mümkün sonuçlarını yönlendirme işlevini de kapsar. Bu yeni iktidar, insan
bedeninin yanı sıra zihne ve düşünceye de nüfuz etmektedir. Bireyi özne yapan
iktidar biçimi, Bireyleri kategorize eder; bireysellikleri belirler ve
kendilerinin ve başkalarının tanımak zorunda olduğu kimlikler yükleyerek
bireylerin günlük hayatına müdahale eder. Bu aşamadan sonra bireyler,
kendilerine dayatılan kimliklerin öznesidirler artık.
Foucault’ya
göre özneler tarihsel güçlerin ürünüdür ve farklı koşullar farklı türde özneler
üretmektedirler.
Basitleştirmek
amacıyla özne kelimesinin ilk anlamına bakarsak, yani dil biliminde bir
cümlenin öğesi olan özneye, bu öznenin tanımı şudur: “Bir tümcede bildirilen
eylemi yapan ya da yüklemin bildirdiği durumu üzerine alan kimseyi ya da şeyi
belirten sözcük ya da sözcük öbeği.”
Bu
tanımdan yola çıkarak anlatırsak, yüklemin bildirdiği durum bir deneyimdir ve
özne, bu deneyimi üzerine alan kişidir. Örneğin hepimizin bildiği “Ali ata
bak.” cümlesinde ata bakmak bir deneyim ve bu deneyimi üzerine alıp
gerçekleştiren, kendi rızasıyla ata bakan kişi yani Ali, öznedir. Ancak konumuz
açısından önemli olan bu cümlenin dışına çıkıp onu kuran kişiyi görmemizdir.
Burada, Ali kendi istediği için ata bakmıyor, cümle kurucu tarafından
yönlendirildiği için, kendi rızasıyla ata baktığını sanıyor. Zaten tanımda
geçen “bildirilen” kelimesine dikkat ettiğimizde, özneye yapacağı eylem
bildirilmiş, kendisi yapmamış anlamı da çıkabiliyor. Gerçek hayata döndüğümüzde bu cümle kurucu,
iktidar olarak karşımıza çıkıyor.
İktidar
Özne İlişkisi
Özne,
iktidar tarafından, bilgi ile arasındaki karşılıklı ilişkinin ve onun tarihsel
dönüşümlerinin bir sonucu olarak, söylemler aracılığıyla kurulur. Söylemler,
her bir tarihsel süreç içerisinde iktidarın sunduğu bilgi kümeleridir. Hakikat
söylemlerinin üretim zeminlerini yaratıp onları mümkün kılan şey iktidar
ilişkileridir.
Foucault
arkeoloji ve arşiv gibi anahtar kavramları kullanarak söylemsel bir oluşuma ve
bu söylemsel oluşumu ortaya çıkaran epistemik koşullara yönelir. Amacı, öznenin
hangi söylemsel uygulama ve pratiklerin ürünü olduğunu çözümlemektir.
Kelimeler
ve Şeyler kitabında Foucault, insanı bilgiye tâbi kılarak kendi bilgisinin
nesnesi durumuna düşüren üç disiplinin söylem analizini yapar. 1) “genel
dilbilgisi, filoloji ve dilbilim”, analizlerinde konuşan özneyi; 2) “iktisat ve
ekonomi”, emek harcayan üreten özneyi; 3) “doğa tarihi ve biyoloji”, yaşayan
bir varlık olan özneyi bilimsel yasalar çerçevesinde sürekli olarak
nesneleştirir. Bunlar araştırma kipleridir. Bununla birlikte insanları özneye
dönüştüren iki nesneleştirme kipi daha vardır: Öznenin kendi içinde bölünme
yahut başka bir özneden kopma yoluyla nesnelleşmesi anlamına gelen “bölücü
pratikler” ki normal-patolojik, deli-akıllı gibi örnekler verilebilir. Ve son
olarak insanın kendini özneye dönüştürmesiyle görülen etik nesneleştirme.
Bugün
öznenin iktidar ile arasındaki ilişkisi disiplinci ya da düzenleyici iktidar
ilişkisinden daha az şiddetlidir ancak özneyi daha yoğun bir baskıya maruz
bırakır. İktidar öznenin etrafını öylesine geniş ve sık örülmüş bir ağ gibi sarmıştır
ki özne içinde olduğu durumun kendi hareketleri neticesinde ve özgür iradesi
ile aldığı kararlar sonucunda oluştuğunu sorgulamadan kabul eder. Özne,
disiplini ne kadar çok içselleştirirse o kadar özgürleşir. Çünkü
içselleştirdiği ölçüde kendisine dışarıdan dayatılan bir güç olma özelliğini
yitirir ve kendi isteğiyle yaptığı bir şeye dönüşür. Böylece iktidarın istediği
yönde mükemmelleşebilir. Kapitalizm, insan bedenine biyo-iktidar ile müdahale
ederken onu kendi yararına kullanmayı hedeflediğinden geliştirir, korur ve
denetler.
Özne’nin Kurulma Süreci
Özneler,
tarihin belli bir anında, çeşitli ihtiyaçlara cevap vermesi amacıyla -iktidar
tarafından ve söylemler kullanılarak- kurulan deneyim biçimlerini üzerlerinde
taşıyan bireylerdir. Bu bölümde, bireylerin nasıl kimliklerinden -veya eski
özneliklerinden- kopup -yeni- öznelere dönüştüklerini açıklamaya çalışacağız.
Burada
üç odak vardır; bilgi, iktidar ve etik (bireyin kendisiyle kurduğu ilişki
anlamında) süreç, bu üçünün bir araya gelmesiyle işler. Bir özetle başlarsak
eğer, temelde işleyiş şöyledir:
Bilim
söylemler oluşturup normal ve patolojik olanı belirler ardından iktidar normlar
oluşturur ve birey, bunu alıp herhangi bir şeye yüklediği anlam ve değeri yeni
şekilde kavramsallaştırır ve kendini bu yeni kategoride görmese bile artık o
kavramsallaştırma çerçevesinde davranır. Burada insan özgürlüğü iki şekilde
kısıtlanır: Ya kişi o kimliğe özgü davranışlardan kendi rızasıyla uzaklaşır
yahut uzaklaşamaz ve bu durumda iktidar kapatma, tedavi veya ıslah gibi
yöntemlere başvurur. Böylelikle toplumdan patolojik olan ile normal olan
ayrışır.
Şimdi,
ayrıntılı olarak anlatmaya başladığımızda öncelikle karşımıza bir ihtiyacın
çıkması gerekiyor. Çünkü özne, bir ihtiyaca binaen kuruluyor. Örneğin tarihin
ekonomik krizler görülen bir zamanına denk gelmiş olalım. İktidar, bu süreçte
çalışmayan, nüfus fazlası kısmı bir yük olarak görüyor ve ondan kurtulması
gerekiyor. Bu nüfus fazlası ve yaratmayı düşündüğü normale uymayan kişiler
örneğin şunlardır; yaşlılar, deliler, çocuklar, suçlular, eşcinseller…
Ancak
burada bir sorun vardır. Bu kesimin toplumdan uzaklaştırılmasına tepkiler
olacaktır. Yüzyıllardır iç içe yaşayan insanlar kolaylıkla uzaklaştırılamayacaklardır.
Bu nedenle öncelikle yapılması gereken iş, insanların zihinlerine bu fikirleri
yerleştirmek ve buna göre davranmalarını sağlamak. Ancak bu sağlandıktan sonra,
iktidar açıkça müdahalede bulunabilir çünkü. Bilginin, bu açık müdahale için
yol açması gerekiyor. Bu amaçla yapılan ilk iş “sorunsallaştırma”
Burada Foucault’un tanımı şu: “Sorunsallaştırma, herhangi bir şeyi doğru veya
yanlış (hakikat) oyununa sokan ve onu bir düşünce nesnesi (ister ahlaki düşünce,
ister bilimsel bilgi, isterse siyasi analiz vb. biçiminde olsun) olarak kuran
söylemsel ve söylemsel olmayan pratikler bütünü”
Burada
dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta, sorunsallaşma ile kurulan şeyin icat
edilmediğidir. Bu süreçte sorun olarak görülmeye başlayan şey, eskiden beridir
var olan bir şeydir. Ancak süreç sonunda artık bir sorun olarak görülmeye
başlarlar. Örnek olarak deliliğin tarihi üzerinden gidersek, eskiden deliler ve
diğer insanlar bir arada yaşarlardı ve aralarında bugünkü gibi güçlü
karşıtlıklar bulunmazdı. En fazla, köy çocukları taşlayabilirlerdi, o kadar.
İktidar, deli denilen kesimi uzaklaştırmak istediğinde, onu bir sorun olarak
sunan söylemler üretilmeye başlanır.
Sorunsallaştırma
tanımında karşımıza önemli bir kavram daha çıkar: Hakikat oyunu. Bu oyunlar ise
Foucault için insanın varlığını tarihsel bir biçimde deneyim olarak, yani
düşünülebilecek ve düşünülmesi gereken bir şey olarak kuran; başka bir deyişle
sorunsallaştırılan şey hakkında belli hakikatlerin üretilmesi için kullanılan
bir kurallar bütünüdür.
Bu
kurallara, kesin bir sınır çizilmediğini ve içinin tam olarak doldurulmadığını
söylememiz gerekir. Böylelikle bu hakikat oyunları farklı şartlarda farklı
biçimler alabilirler. Yani, farklı zamanlarda, farklı hakikat oyunlarıyla
farklı deneyimler kurulabilir böylece bu deneyimleri üstlenen farklı özneler
var edilebilir.
Bilgi,
sorun olarak görülen deneyim hakkında hakikat oyunları ve söylemsel pratikler
üretir. Böylece deli dediğimiz kesim akıl hastasına dönüştürülür.
İktidar,
kurulan bu deneyimin pratiklerini düzenleyip normatif bir sistem sunar ve
uygular. Örneğimizde, akıl hastası insanları artık normal insanlarla bir arada
tutmayacak ve onları uzaklarda bir yerlere kapatacak, tecrit edecektir.
Böylelikle akıl hastaneleri ortaya çıkar. Diğer kesimler açısından, suçlular
için modern hapishaneler; yaşlılar için huzur evleri; çocuklar için kreşler ve
gündüz bakım evleri…
Ve son aşamada, etik açısından baktığımızda birey
kendisini, yaratılan bu tarihsel deneyimin öznesi olarak kurar, tanır ve
kabullenir veya reddeder. Burada bu yeni özne rolünü kabul eden bireyler,
“normal” insanlar arasında yaşamlarına devam ederler. Ancak kabullenemeyen
bireyler anormal oldukları gerekçesiyle ıslah ve tecrit gibi yöntemlerle
toplumdan uzaklaştırılırlar.
Bu
süreci, günümüzdeki bir olgu üzerinden örneklendirelim: Sigara kullanımı.
Tütün, yüzyıllardır dünya genelinde farklı türde ve yöntemde tüketilmektedir.
Ancak şu sıralar sorunsallaştırma yoluyla istenmeyen olarak karşımızda duruyor.
Aşamaları
takip ettiğimizde öncelikle sigaranın vücuda zararlı olduğu, ciğerleri iflasa
sürüklediği, kanser çeşitlerine sebebiyet verdiği gibi konularda bilimsel
hakikatler üretildi. Sonrasında gene bu bilimsel hakikatlerden, pasif
içiciliğin de ne kadar zararlı olduğunu öğrendik. Bu, öznenin yaratılması
konusunda ilk adım. Hiçbir çekincesi olmadan, rahat rahat sigara içen insanlar,
artık bu hakikatlere uyarak sigaradan uzaklaşmaya başladılar;
uzaklaşamayanların da çoğu ne kadar zararlı olduğuna inanarak içmeye devam
etti. Burada bilgi öznesi olarak karşımıza çıkıyor özne.
Sonraki
aşamada halk sağlığını koruma misyonu olan devlet, gerek bağımlı bireylerin
gerekse de pasif içicilikle yaşam kalitesi düşen bireylerin iyiliği adına, bu
hakikat oyunlarını meşruiyet zemini olarak göstererek, birtakım yasaklar
getirmeye koyuldu. Örneğin, Türkiye’de Dumansız Hava Sahası Projesi olarak
karşımıza çıkan şey. Kapalı mekanlarda, veya kalabalık caddelerde, hatta yakın
zamanda kişisel arabalarda bile sigara içmek yasaklandı. Bu ortamlarda sigara
içen kişilere cezalar getirilir oldu. Sigara içen insanlar “Burada sigara
içilebilir.” Tabelası asılı köşelerde bir nevi geçici kapatılmalara,
uzaklaştırmalara uğradı. Şu an için tam anlamıyla bir tecrit yok ancak hakikat
oyunlarının sınırlarının net olmadığını ve her zaman değişebileceğini
belirtmiştik: Sigara içmenin zamanla bir akıl hastalığı gibi muamele
görmeyeceğine nasıl emin olabiliriz? Uyuşturucu bağımlılığı için tedavi adı
altında kapatılmalar faaliyetteyken örneğin.
Burada, birey koyduğu normlara uyması açısından iktidar öznesine
dönüşüyor. Uymadığı takdirde cezasını çekmek zorunda ve özgürlüğü iktidar
eliyle kısıtlanmaktadır.
Son
olarak kişinin kendiyle kurduğu ilişkiye baktığımızda, bilgi öznesi olarak
kişi, sigara kullanımının zararlı olduğunu ve bu alışkanlığı terk etmesini
düşünüyor; iktidar öznesi olarak, -şu an için- belli yerlerde sigara içmemesi,
aksi takdirde cezalandırılacağını düşündüğünden sigara içmekten çekiniyor ve
etik özne bunlar karşısında sigara içmekten vazgeçme kararı alabilir. Bu
durumda kendi kendisinin özgürlüğüne bir sınır koymaktadır. Yanlış olduğunu
bildiği halde kullanmaya devam etmesi halinde, yani normale uymayıp anormal
olarak etiketlendiğinde iktidar kendi sınırlarını çekecektir.
Özgürleşmek Mümkün Müdür?
İktidar
bizi, inandığımız hakikatlerden zihnimizin işleyişine, yapıp ettiklerimize
kadar çepeçevre kuşatmışken özgürlük mümkün müdür? Öznelikten çıkıp kendi
bireyselliğimize dönebilir miyiz? Foucault’ya insana hiçbir özgürlük fırsatı
vermediği yönünde eleştiriler gelmiştir. Şöyle bir bakınca gerçekten de buraya
kadarki analizde bu özneliğe ne kadar derinlikli bir şekilde hapsedildiğimiz
ortaya kondu. Oysa Foucault, özgürlüğü imkansız görmez. Zaten çalışmalarında
hep bir iktidardan ziyade iktidar ilişkilerinden söz eder. İlişki kavramında
karşılıklı iki taraf vardır ve bunun bir ilişki olarak adlandırılması için iki
tarafın da eylemde bulunabilmesi gereklidir
Her ne kadar özneler iktidar tarafından
yaratılıp, fikirlerine ve yapıp ettiklerine varan sıkı bir denetim altında
olsalar da özgürlük imkânsız değildir, hatta gereklidir. Özneler boyun
eğdikleri ve direnme imkânına sahip olmadıkları takdirde iktidar ilişkilerinden
de söz edilemez; iktidarın her şeyi denetleyen ve hiçbir şekilde özgürlüğe yer
vermeyen bir tahakküm sistemi olduğu düşüncesi Foucault için asla kabul
edilemez
Bu
noktada Foucault, kendimizin tarihsel bir ontolojisini yapmamız gerektiğini
düşünür. Bu yöntem, bir bilgi öznesi, bir iktidar öznesi ve kendi
eylemlerimizin etik bir öznesi olarak hangi söylemler, hangi hakikat oyunları, hangi
normatif sistem örgütlenmeleri, kısaca hangi sorunsallaştırmalar aracılığıyla
nasıl kurulduğumuzun bir analizini yapmaktır.
Bu
ontoloji sonunda deneyimler ve oluşturulan hakikatlerin sorunsallaştırma
yoluyla tarihsel olarak kurulmuş olduklarını görebileceğiz. Bu sayede, bu
hakikatlerin zorunlu ve çizdikleri sınırların aşılamaz olmadığını; ve bize
dayatılan kimliklerin dönüştürülebilir olduklarını fark edeceğiz.
Bu
noktada geliştirdiği bir kavram daha var Foucault’un: “Sınır-tutum”
Yani, tarihin içinde bulunduğumuz anında hakikat olarak bize sunulan, yani
kimliğimizin koyduğu sınırlar ile bu sınırları değiştirmek için verilen çaba
arasındaki zorlu etkileşim. Bu, Foucault’a göre modernliğin de tutumudur.
Bu
kısmı, Marx’a atfedilen ve konuyu özetleyen bir sözle bitirelim: “Özgürlük;
köleler için değil, köle olduğunu bilenler içindir.”
Sonuç
Foucault
denildiğinde her ne kadar akla ilk gelen kavramlar iktidar ilişkileri, mikro
iktidar, biyo iktidar, yönetimsellik vb. olsa da, o, hedefinin iktidarı analiz
etmek olmadığını; bunun yerine insanların, kendi kültürlerinde özneye
dönüştürülme kiplerinin bir tarihini oluşturmak olduğunu söyledi
17.
yüzyıldan sonra değişen iktidar anlayışının insana farklı bir yaklaşımı vardı. Kapitalizm,
insan bedenine biyo-iktidar ile müdahale ederken onu kendi yararına kullanmayı
hedeflediğinden geliştirip korumayı ve denetlemeyi istedi. Böylece eskilerin
infaz kurumları gitti yerine özneyi yaratan bir iktidar biçimi geldi. Özne, ve
normal bir özne olmayı beceremeyen anormallerin toplumdan uzaklara kapatılması
için gerekli kurumlar ve söylemleriyle bu amaca hizmet edecek bilim dalları
18-19. Yüzyıllarda ortaya çıkmaya başladı. Ve bundan sonra her dönem, kendi
hakikat oyunlarını kurarak, kendisine yarayan özneler oluşturmaya başladı.
İleri Okumalar İçin
Tavsiye
Toplum ve Siyaset (14): Foucault: Özne ve İktidar Konuk: Ferda Keskin
Başvurular
Çelebi, V. (2013). Michel Foucault'da Bilgi, İktidar
ve Özne İlişkisi. Sosyal ve Beşeri Bilimler DErgisi.
Ece, A. (2009). Michel Foucault Düşüncesinde Söylem, Düzen ve Hakikat. İstanbul.
Foucault, M. (2019). Özne
ve İktidar. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Keskin, F. (2017, 5 4).
Foucault: Özne ve İktidar. (T. &. Siyaset, Röportaj Yapan)
Kısa ama kapsamlı, güzel bir yazı olmuş 👍 emeğine sağlık 🧡
YanıtlaSilGüzel bulduysanız ne mutlu! Teşekkür ederim🌼
Sil