Tiny Star Foucault'da Özne ve İktidar İlişkisi Ana içeriğe atla

İçeriği Paylaş!

Öne Çıkan Yayın

Yeni Açılan Bir Sayfanın Getirdiği Yoğunluklar

 Merhaba! Blogları ziyaret edemediğim için günah çıkarmaya geldim :)  Zaten oldum olası aktif değildim. Blogları Canlandırma Projesi sağolsun bir iki ayda bir yayın yapıyorum öyle de bir enerji :D İki ay önce bir işe başladım, başka bir şehre taşındım ve neredeyse tek başıma yaşamaya başladım. Ailecek çalıştığımız tekstil atölyemiz dışındaki ilk iş tecrübem olduğu için epey dikkatimi vermem gerekiyor, sanırım. Ait olmadığım bir yer neticede (Akademi) Ama alışmak çok kolay oldu ve buradaki yoklamalardan kalmamın nedeni burada yatmıyor. Sorun şu ki yüksek lisans tezimi şu haftalarda -hadi zorlayalım aylarda- vermem gerekiyor. Ve sanırım uyumamam lazım ☠ Help-  Tezi bitimek gerektiğinden tez dışında okumalar yapmak vicdanı zorluyor. Ve tabi gerginlik ve stresi bomboş dursam bile üzerimde duruyor. O yüzden kimi BCP temalarını kaçırmayayım diye kendimi zorlamak dışında bir aktivite yaptığım yok.  Demek o ki tez bitince bütün yazılarınıza bakacağım inşallah 🙃 Şimdilik yokluğumu mazur görmen

Foucault'da Özne ve İktidar İlişkisi

Sevda ÖZBAY

Giriş

Bu çalışmada, düşünür, sosyal teorist, tarihçi, edebiyat eleştirmeni, antropolog, psikolog ve sosyolog Michel Foucault’nun iktidar ve özne ilişkisi üzerine fikirleri ortaya koyulacaktır. Öncelikle özne kavramı açıklanacak ardından öznenin nasıl kurulduğu ve iktidar tarafından kuşatılan öznenin özgürlük fırsatları değerlendirilecektir.

Özne

Foucault, Özne ve İktidar’da hedefinin iktidar analiz etmek olmadığını; bunun yerine insanların, kendi kültürlerinde özneye dönüştürülme kiplerinin bir tarihini oluşturmak olduğunu söyler. (Foucault, Özne ve İktidar, 2019) Yani, çalışmalarının temel teması iktidar değil, öznedir.

Özne, modern zamanlara kadar Aristoteles’in “töz”üne yakın bir anlamda kullanılmıştır. Modern özne ise her şeyi denetimi altına almak isteyen ve bilime, rasyonaliteye inançlı bir öznedir. Modernitenin bu kurucu öznesinin aksine, Foucault’da özne, söylemsel bir inşadır, yani kurulandır. Bu özneyi kuran ise iktidardır. Ona göre özneler iktidar tarafından şekillenen toplumsal ilişkiler içerisinde oluşturulmaktadırlar. Ayrıca öznenin kendisi, tarihsel güçlerin ürünüdür ve farklı şartlar altında farklı biçimde özneler üremektedir.

Foucault’nun kavrama verdiği anlama baktığımızda bize iki özne sunar: Denetim ve bağımlılık yoluyla başkalarına tabi olan özne ve vicdan ya da özbilgi yoluyla kendi kimliğine bağlanmış olan özne. “Sözcüğün her iki anlamı da boyun eğdiren ve tabi kılan bir iktidar biçimi telkin ediyor.”[1] (Foucault, Özne ve İktidar, 2019)

Foucault’nun moderniteye ait olarak gördüğü iktidarın tanımı, davranışları ve davranışların mümkün sonuçlarını yönlendirme işlevini de kapsar. Bu yeni iktidar, insan bedeninin yanı sıra zihne ve düşünceye de nüfuz etmektedir. Bireyi özne yapan iktidar biçimi, Bireyleri kategorize eder; bireysellikleri belirler ve kendilerinin ve başkalarının tanımak zorunda olduğu kimlikler yükleyerek bireylerin günlük hayatına müdahale eder. Bu aşamadan sonra bireyler, kendilerine dayatılan kimliklerin öznesidirler artık.

Foucault’ya göre özneler tarihsel güçlerin ürünüdür ve farklı koşullar farklı türde özneler üretmektedirler.

Basitleştirmek amacıyla özne kelimesinin ilk anlamına bakarsak, yani dil biliminde bir cümlenin öğesi olan özneye, bu öznenin tanımı şudur: “Bir tümcede bildirilen eylemi yapan ya da yüklemin bildirdiği durumu üzerine alan kimseyi ya da şeyi belirten sözcük ya da sözcük öbeği.”

Bu tanımdan yola çıkarak anlatırsak, yüklemin bildirdiği durum bir deneyimdir ve özne, bu deneyimi üzerine alan kişidir. Örneğin hepimizin bildiği “Ali ata bak.” cümlesinde ata bakmak bir deneyim ve bu deneyimi üzerine alıp gerçekleştiren, kendi rızasıyla ata bakan kişi yani Ali, öznedir. Ancak konumuz açısından önemli olan bu cümlenin dışına çıkıp onu kuran kişiyi görmemizdir. Burada, Ali kendi istediği için ata bakmıyor, cümle kurucu tarafından yönlendirildiği için, kendi rızasıyla ata baktığını sanıyor. Zaten tanımda geçen “bildirilen” kelimesine dikkat ettiğimizde, özneye yapacağı eylem bildirilmiş, kendisi yapmamış anlamı da çıkabiliyor.  Gerçek hayata döndüğümüzde bu cümle kurucu, iktidar olarak karşımıza çıkıyor.


İktidar Özne İlişkisi

Özne, iktidar tarafından, bilgi ile arasındaki karşılıklı ilişkinin ve onun tarihsel dönüşümlerinin bir sonucu olarak, söylemler aracılığıyla kurulur. Söylemler, her bir tarihsel süreç içerisinde iktidarın sunduğu bilgi kümeleridir. Hakikat söylemlerinin üretim zeminlerini yaratıp onları mümkün kılan şey iktidar ilişkileridir. (Ece, 2009) İktidarın sürekliliğini sağlayan ise, amaca yönelik olarak üretilen bilginin sürekliliğidir. “İktidarın işleyişi sürekli olarak bilgi yaratır ve aksi yönde, bilgi de iktidar etkilerine yol açar” (Foucault, 2003). Foucault’a göre bilim, aydınlanma düşüncesinin tersine özgürleştirici değil, tam tersi iktidarın denetim mekanizmalarındandır ve bireyleri hapseder.

Foucault arkeoloji ve arşiv gibi anahtar kavramları kullanarak söylemsel bir oluşuma ve bu söylemsel oluşumu ortaya çıkaran epistemik koşullara yönelir. Amacı, öznenin hangi söylemsel uygulama ve pratiklerin ürünü olduğunu çözümlemektir.

Kelimeler ve Şeyler kitabında Foucault, insanı bilgiye tâbi kılarak kendi bilgisinin nesnesi durumuna düşüren üç disiplinin söylem analizini yapar. 1) “genel dilbilgisi, filoloji ve dilbilim”, analizlerinde konuşan özneyi; 2) “iktisat ve ekonomi”, emek harcayan üreten özneyi; 3) “doğa tarihi ve biyoloji”, yaşayan bir varlık olan özneyi bilimsel yasalar çerçevesinde sürekli olarak nesneleştirir. Bunlar araştırma kipleridir. Bununla birlikte insanları özneye dönüştüren iki nesneleştirme kipi daha vardır: Öznenin kendi içinde bölünme yahut başka bir özneden kopma yoluyla nesnelleşmesi anlamına gelen “bölücü pratikler” ki normal-patolojik, deli-akıllı gibi örnekler verilebilir. Ve son olarak insanın kendini özneye dönüştürmesiyle görülen etik nesneleştirme. (Çelebi, 2013)

Bugün öznenin iktidar ile arasındaki ilişkisi disiplinci ya da düzenleyici iktidar ilişkisinden daha az şiddetlidir ancak özneyi daha yoğun bir baskıya maruz bırakır. İktidar öznenin etrafını öylesine geniş ve sık örülmüş bir ağ gibi sarmıştır ki özne içinde olduğu durumun kendi hareketleri neticesinde ve özgür iradesi ile aldığı kararlar sonucunda oluştuğunu sorgulamadan kabul eder. Özne, disiplini ne kadar çok içselleştirirse o kadar özgürleşir. Çünkü içselleştirdiği ölçüde kendisine dışarıdan dayatılan bir güç olma özelliğini yitirir ve kendi isteğiyle yaptığı bir şeye dönüşür. Böylece iktidarın istediği yönde mükemmelleşebilir. Kapitalizm, insan bedenine biyo-iktidar ile müdahale ederken onu kendi yararına kullanmayı hedeflediğinden geliştirir, korur ve denetler.



Özne’nin Kurulma Süreci

Özneler, tarihin belli bir anında, çeşitli ihtiyaçlara cevap vermesi amacıyla -iktidar tarafından ve söylemler kullanılarak- kurulan deneyim biçimlerini üzerlerinde taşıyan bireylerdir. Bu bölümde, bireylerin nasıl kimliklerinden -veya eski özneliklerinden- kopup -yeni- öznelere dönüştüklerini açıklamaya çalışacağız.

Burada üç odak vardır; bilgi, iktidar ve etik (bireyin kendisiyle kurduğu ilişki anlamında) süreç, bu üçünün bir araya gelmesiyle işler. Bir özetle başlarsak eğer, temelde işleyiş şöyledir:

Bilim söylemler oluşturup normal ve patolojik olanı belirler ardından iktidar normlar oluşturur ve birey, bunu alıp herhangi bir şeye yüklediği anlam ve değeri yeni şekilde kavramsallaştırır ve kendini bu yeni kategoride görmese bile artık o kavramsallaştırma çerçevesinde davranır. Burada insan özgürlüğü iki şekilde kısıtlanır: Ya kişi o kimliğe özgü davranışlardan kendi rızasıyla uzaklaşır yahut uzaklaşamaz ve bu durumda iktidar kapatma, tedavi veya ıslah gibi yöntemlere başvurur. Böylelikle toplumdan patolojik olan ile normal olan ayrışır. (Keskin, 2017)

Şimdi, ayrıntılı olarak anlatmaya başladığımızda öncelikle karşımıza bir ihtiyacın çıkması gerekiyor. Çünkü özne, bir ihtiyaca binaen kuruluyor. Örneğin tarihin ekonomik krizler görülen bir zamanına denk gelmiş olalım. İktidar, bu süreçte çalışmayan, nüfus fazlası kısmı bir yük olarak görüyor ve ondan kurtulması gerekiyor. Bu nüfus fazlası ve yaratmayı düşündüğü normale uymayan kişiler örneğin şunlardır; yaşlılar, deliler, çocuklar, suçlular, eşcinseller…

Ancak burada bir sorun vardır. Bu kesimin toplumdan uzaklaştırılmasına tepkiler olacaktır. Yüzyıllardır iç içe yaşayan insanlar kolaylıkla uzaklaştırılamayacaklardır. Bu nedenle öncelikle yapılması gereken iş, insanların zihinlerine bu fikirleri yerleştirmek ve buna göre davranmalarını sağlamak. Ancak bu sağlandıktan sonra, iktidar açıkça müdahalede bulunabilir çünkü. Bilginin, bu açık müdahale için yol açması gerekiyor. Bu amaçla yapılan ilk iş “sorunsallaştırma” Burada Foucault’un tanımı şu: “Sorunsallaştırma, herhangi bir şeyi doğru veya yanlış (hakikat) oyununa sokan ve onu bir düşünce nesnesi (ister ahlaki düşünce, ister bilimsel bilgi, isterse siyasi analiz vb. biçiminde olsun) olarak kuran söylemsel ve söylemsel olmayan pratikler bütünü” (Foucault, Özne ve İktidar, 2019)

Burada dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta, sorunsallaşma ile kurulan şeyin icat edilmediğidir. Bu süreçte sorun olarak görülmeye başlayan şey, eskiden beridir var olan bir şeydir. Ancak süreç sonunda artık bir sorun olarak görülmeye başlarlar. Örnek olarak deliliğin tarihi üzerinden gidersek, eskiden deliler ve diğer insanlar bir arada yaşarlardı ve aralarında bugünkü gibi güçlü karşıtlıklar bulunmazdı. En fazla, köy çocukları taşlayabilirlerdi, o kadar. İktidar, deli denilen kesimi uzaklaştırmak istediğinde, onu bir sorun olarak sunan söylemler üretilmeye başlanır.

Sorunsallaştırma tanımında karşımıza önemli bir kavram daha çıkar: Hakikat oyunu. Bu oyunlar ise Foucault için insanın varlığını tarihsel bir biçimde deneyim olarak, yani düşünülebilecek ve düşünülmesi gereken bir şey olarak kuran; başka bir deyişle sorunsallaştırılan şey hakkında belli hakikatlerin üretilmesi için kullanılan bir kurallar bütünüdür. (Foucault, Özne ve İktidar, 2019)

Bu kurallara, kesin bir sınır çizilmediğini ve içinin tam olarak doldurulmadığını söylememiz gerekir. Böylelikle bu hakikat oyunları farklı şartlarda farklı biçimler alabilirler. Yani, farklı zamanlarda, farklı hakikat oyunlarıyla farklı deneyimler kurulabilir böylece bu deneyimleri üstlenen farklı özneler var edilebilir.

Bilgi, sorun olarak görülen deneyim hakkında hakikat oyunları ve söylemsel pratikler üretir. Böylece deli dediğimiz kesim akıl hastasına dönüştürülür.

İktidar, kurulan bu deneyimin pratiklerini düzenleyip normatif bir sistem sunar ve uygular. Örneğimizde, akıl hastası insanları artık normal insanlarla bir arada tutmayacak ve onları uzaklarda bir yerlere kapatacak, tecrit edecektir. Böylelikle akıl hastaneleri ortaya çıkar. Diğer kesimler açısından, suçlular için modern hapishaneler; yaşlılar için huzur evleri; çocuklar için kreşler ve gündüz bakım evleri…

 Ve son aşamada, etik açısından baktığımızda birey kendisini, yaratılan bu tarihsel deneyimin öznesi olarak kurar, tanır ve kabullenir veya reddeder. Burada bu yeni özne rolünü kabul eden bireyler, “normal” insanlar arasında yaşamlarına devam ederler. Ancak kabullenemeyen bireyler anormal oldukları gerekçesiyle ıslah ve tecrit gibi yöntemlerle toplumdan uzaklaştırılırlar.


Bu süreci, günümüzdeki bir olgu üzerinden örneklendirelim: Sigara kullanımı. Tütün, yüzyıllardır dünya genelinde farklı türde ve yöntemde tüketilmektedir. Ancak şu sıralar sorunsallaştırma yoluyla istenmeyen olarak karşımızda duruyor.

Aşamaları takip ettiğimizde öncelikle sigaranın vücuda zararlı olduğu, ciğerleri iflasa sürüklediği, kanser çeşitlerine sebebiyet verdiği gibi konularda bilimsel hakikatler üretildi. Sonrasında gene bu bilimsel hakikatlerden, pasif içiciliğin de ne kadar zararlı olduğunu öğrendik. Bu, öznenin yaratılması konusunda ilk adım. Hiçbir çekincesi olmadan, rahat rahat sigara içen insanlar, artık bu hakikatlere uyarak sigaradan uzaklaşmaya başladılar; uzaklaşamayanların da çoğu ne kadar zararlı olduğuna inanarak içmeye devam etti. Burada bilgi öznesi olarak karşımıza çıkıyor özne.

Sonraki aşamada halk sağlığını koruma misyonu olan devlet, gerek bağımlı bireylerin gerekse de pasif içicilikle yaşam kalitesi düşen bireylerin iyiliği adına, bu hakikat oyunlarını meşruiyet zemini olarak göstererek, birtakım yasaklar getirmeye koyuldu. Örneğin, Türkiye’de Dumansız Hava Sahası Projesi olarak karşımıza çıkan şey. Kapalı mekanlarda, veya kalabalık caddelerde, hatta yakın zamanda kişisel arabalarda bile sigara içmek yasaklandı. Bu ortamlarda sigara içen kişilere cezalar getirilir oldu. Sigara içen insanlar “Burada sigara içilebilir.” Tabelası asılı köşelerde bir nevi geçici kapatılmalara, uzaklaştırmalara uğradı. Şu an için tam anlamıyla bir tecrit yok ancak hakikat oyunlarının sınırlarının net olmadığını ve her zaman değişebileceğini belirtmiştik: Sigara içmenin zamanla bir akıl hastalığı gibi muamele görmeyeceğine nasıl emin olabiliriz? Uyuşturucu bağımlılığı için tedavi adı altında kapatılmalar faaliyetteyken örneğin.  Burada, birey koyduğu normlara uyması açısından iktidar öznesine dönüşüyor. Uymadığı takdirde cezasını çekmek zorunda ve özgürlüğü iktidar eliyle kısıtlanmaktadır.

Son olarak kişinin kendiyle kurduğu ilişkiye baktığımızda, bilgi öznesi olarak kişi, sigara kullanımının zararlı olduğunu ve bu alışkanlığı terk etmesini düşünüyor; iktidar öznesi olarak, -şu an için- belli yerlerde sigara içmemesi, aksi takdirde cezalandırılacağını düşündüğünden sigara içmekten çekiniyor ve etik özne bunlar karşısında sigara içmekten vazgeçme kararı alabilir. Bu durumda kendi kendisinin özgürlüğüne bir sınır koymaktadır. Yanlış olduğunu bildiği halde kullanmaya devam etmesi halinde, yani normale uymayıp anormal olarak etiketlendiğinde iktidar kendi sınırlarını çekecektir.


Özgürleşmek Mümkün Müdür?

İktidar bizi, inandığımız hakikatlerden zihnimizin işleyişine, yapıp ettiklerimize kadar çepeçevre kuşatmışken özgürlük mümkün müdür? Öznelikten çıkıp kendi bireyselliğimize dönebilir miyiz? Foucault’ya insana hiçbir özgürlük fırsatı vermediği yönünde eleştiriler gelmiştir. Şöyle bir bakınca gerçekten de buraya kadarki analizde bu özneliğe ne kadar derinlikli bir şekilde hapsedildiğimiz ortaya kondu. Oysa Foucault, özgürlüğü imkansız görmez. Zaten çalışmalarında hep bir iktidardan ziyade iktidar ilişkilerinden söz eder. İlişki kavramında karşılıklı iki taraf vardır ve bunun bir ilişki olarak adlandırılması için iki tarafın da eylemde bulunabilmesi gereklidir (Foucault, 2019).

 Her ne kadar özneler iktidar tarafından yaratılıp, fikirlerine ve yapıp ettiklerine varan sıkı bir denetim altında olsalar da özgürlük imkânsız değildir, hatta gereklidir. Özneler boyun eğdikleri ve direnme imkânına sahip olmadıkları takdirde iktidar ilişkilerinden de söz edilemez; iktidarın her şeyi denetleyen ve hiçbir şekilde özgürlüğe yer vermeyen bir tahakküm sistemi olduğu düşüncesi Foucault için asla kabul edilemez (Foucault, 2000).


Bu noktada Foucault, kendimizin tarihsel bir ontolojisini yapmamız gerektiğini düşünür. Bu yöntem, bir bilgi öznesi, bir iktidar öznesi ve kendi eylemlerimizin etik bir öznesi olarak hangi söylemler, hangi hakikat oyunları, hangi normatif sistem örgütlenmeleri, kısaca hangi sorunsallaştırmalar aracılığıyla nasıl kurulduğumuzun bir analizini yapmaktır.

Bu ontoloji sonunda deneyimler ve oluşturulan hakikatlerin sorunsallaştırma yoluyla tarihsel olarak kurulmuş olduklarını görebileceğiz. Bu sayede, bu hakikatlerin zorunlu ve çizdikleri sınırların aşılamaz olmadığını; ve bize dayatılan kimliklerin dönüştürülebilir olduklarını fark edeceğiz.

Bu noktada geliştirdiği bir kavram daha var Foucault’un: “Sınır-tutum” Yani, tarihin içinde bulunduğumuz anında hakikat olarak bize sunulan, yani kimliğimizin koyduğu sınırlar ile bu sınırları değiştirmek için verilen çaba arasındaki zorlu etkileşim. Bu, Foucault’a göre modernliğin de tutumudur.

Bu kısmı, Marx’a atfedilen ve konuyu özetleyen bir sözle bitirelim: “Özgürlük; köleler için değil, köle olduğunu bilenler içindir.”

 

Sonuç

Foucault denildiğinde her ne kadar akla ilk gelen kavramlar iktidar ilişkileri, mikro iktidar, biyo iktidar, yönetimsellik vb. olsa da, o, hedefinin iktidarı analiz etmek olmadığını; bunun yerine insanların, kendi kültürlerinde özneye dönüştürülme kiplerinin bir tarihini oluşturmak olduğunu söyledi (Foucault, Özne ve İktidar, 2019).

17. yüzyıldan sonra değişen iktidar anlayışının insana farklı bir yaklaşımı vardı. Kapitalizm, insan bedenine biyo-iktidar ile müdahale ederken onu kendi yararına kullanmayı hedeflediğinden geliştirip korumayı ve denetlemeyi istedi. Böylece eskilerin infaz kurumları gitti yerine özneyi yaratan bir iktidar biçimi geldi. Özne, ve normal bir özne olmayı beceremeyen anormallerin toplumdan uzaklara kapatılması için gerekli kurumlar ve söylemleriyle bu amaca hizmet edecek bilim dalları 18-19. Yüzyıllarda ortaya çıkmaya başladı. Ve bundan sonra her dönem, kendi hakikat oyunlarını kurarak, kendisine yarayan özneler oluşturmaya başladı.





İleri Okumalar İçin Tavsiye

Toplum ve Siyaset (14): Foucault: Özne ve İktidar Konuk: Ferda Keskin 

Başvurular

Çelebi, V. (2013). Michel Foucault'da Bilgi, İktidar ve Özne İlişkisi. Sosyal ve Beşeri Bilimler DErgisi.

Ece, A. (2009). Michel Foucault Düşüncesinde Söylem, Düzen ve Hakikat. İstanbul.

Foucault, M. (2019). Özne ve İktidar. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

Keskin, F. (2017, 5 4). Foucault: Özne ve İktidar. (T. &. Siyaset, Röportaj Yapan)

 

 

 

 

 



[1] Fransızca “sujet” kelimesi aynı zamanda “tebaa” yani tabi (boyun eğen) anlamı taşır.


Yorumlar

  1. Kısa ama kapsamlı, güzel bir yazı olmuş 👍 emeğine sağlık 🧡

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Güzel bulduysanız ne mutlu! Teşekkür ederim🌼

      Sil

Yorum Gönder

Ee okudun o kadar, sen ne diyosun :)

Emojiyle tepki ver!

Popüler Yayınlar